Blog

  • HÜRMÜZ BOĞAZI: DÜNYA SUSMUYOR, KÜRESEL CEPHELER KONUŞUYOR  ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇHürmüz Boğazı… Yalnızca coğrafi bir geçit değil, küresel aklın kesişim noktası. İran’ın “kapatırım” tehdidiyle başlayan gerilim, artık savaş gemilerinin pozisyon aldığı, enerji fiyatlarının tırmandığı, nükleer gölgelerin uzandığı bir stratejik satranç tahtasına dönüştü.ABD, Körfez’e savaş gemileri gönderdi. İran’ın blöfüne karşı dünya ilk kez bu denli kolektif bir refleks gösteriyor. Çünkü Hürmüz, sadece Basra’dan Akdeniz’e petrol taşıyan bir koridor değil; Çin’in üretim hattı, Japonya’nın yaşam kaynağı, Hindistan’ın büyüme umudu, Türkiye’nin enerji damarından geçen stratejik sıvıdır. Ve şimdi bu damar, kesilme tehdidi altında.İran, Hürmüz üzerinden hem enerji hem siyaset ihraç ediyor. Ancak bu kart, artık sadece ABD’yi değil; Çin’i, Rusya’yı ve hatta Avrupa’yı da hedefe oturtuyor. İran’ın yanında konumlanan ülkeler (Rusya, Çin, Pakistan, Suriye) bu krizi Batı’ya karşı stratejik bir baskı aracına dönüştürmek istiyor. Pakistan’ın, İsrail’e yönelik “atom tehdidi” hâlâ masada ve üstelik geri adım sinyali de yok.Bu noktada komplo teorileri devreye giriyor:  – İran’ın tehdidi aslında Çin’i test etmek için mi kurgulandı?  – ABD, İsrail’i korumak bahanesiyle enerji hatlarını kontrol altına mı alıyor?  – Pakistan’ın nükleer çıkışı, Hindistan’ı provoke edip bölgesel bir savaşı küresel düzleme mi taşıyacak?Petrol fiyatlarının 70 dolardan 100–120 dolara çıkması, sadece ekonomik bir şok değil; siyasi dengelerin yeniden kurulmasına neden olabilir. Dünya bu kez susmuyor çünkü mesele bir boğazın kapanması değil, küresel sistemin yeniden yazılmasıdır.Hürmüz Boğazı’nın kapanması hâlinde;  – En fazla zarar görecek ülkeler: Çin, Hindistan, Japonya, Türkiye, Avrupa Birliği, Güney Kore.  – Kazançlı çıkması muhtemel aktörler: Rusya (enerji fiyatları yükselir), ABD (enerji denetimini artırır), İsrail (askeri refleksler meşrulaşır).Bu kriz, Batı’nın liberal ekonomik düzeninin Orta Doğu’nun jeopolitik fay hattıyla çarpıştığı noktadır. Burada artık yalnızca devletler değil; sistemler, bloklar ve akıllar karşı karşıya.Hürmüz kapanırsa sadece tankerler durmaz; diplomasi durur, güven durur, insanlık durur.Kaynakça:– T.C. Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Raporları, 2024  – Energy Intelligence Report, Mayıs 2025  – SIPRI (Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü)  – Global Conflict Monitor, Haziran 2025

  • İSRAİL–İRAN SAVAŞININ GÖRÜNMEYEN CEPHESİ: ASİMETRİK YANIT, STRATEJİK DENGE VE KOMUTA GÖLGESİNDEKİ İKİNCİ PERDE (ÖZET)

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    Ortadoğu’daki gerilim, 2025’te İsrail ve İran arasında doğrudan çatışmaya evrilmiştir. İlk gün, İsrail’in hava gücü ve istihbaratla sağladığı üstünlük medyada mutlak zafer olarak sunulmuştur. Ancak bu anlatı, İran’ın 24 saat içinde stratejik bir toparlanma süreciyle sahaya yeniden hâkim olmasıyla sarsılmıştır.

    İran, ikinci ve üçüncü günlerde yaklaşık 500–600 balistik füze ile karşılık vermiş; bazı iddialara göre bu füzelerin %50’ye yakını Demir Kubbe’yi delmiş ve İsrail’in savunma sistemlerine zarar vermiştir. Savunma Bakanlığı’nın hedef alındığı, halkın günlerce sığınaklardan çıkamadığı ve okulların kapalı kaldığı rapor edilmiştir. Bu durum, İsrail kamuoyunda güvenlik algısının ciddi şekilde sarsılmasına yol açmıştır.

    Bu çatışma, yalnızca askeri değil; aynı zamanda psikolojik, toplumsal ve diplomatik boyutlarıyla da yeni nesil hibrit savaş örneğidir. Küresel aktörlerin pozisyon alışları, bölgedeki kartların yeniden karıldığını göstermektedir.

    İran ve İsrail arasında süregelen bu savaş, tek taraflı anlatılarla izah edilemeyecek kadar çok boyutludur. Asimetrik hamlelerin ve stratejik denge arayışının merkezde olduğu bu süreçte, görünenin ötesine geçen bir okuma zaruridir.

    KAYNAKÇA

    – Al Jazeera, 2025
    – The Jerusalem Post, 2025
    – BBC Monitoring, 2025
    – Haaretz, 2025
    – Stratfor Global Intelligence, 2025.       

  • YENİ DÜNYA DÜZENİNE DİRENÇ: SEMİH YALÇIN’IN AÇIKLAMALARI BAĞLAMINDA İSRAİL–İRAN SAVAŞI VE STRATEJİK HAKİKAT

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    Ortadoğu’nun tarihsel kırılma noktalarından biri olan İsrail–İran hattında 2025 yılının ortalarında yaşanan sıcak çatışmalar, klasik savaş paradigmalarının çok ötesine geçmiş; hibrit, bilişsel ve psikolojik harp tekniklerinin iç içe geçtiği bir yeni nesil savaş düzeni ortaya çıkmıştır. Türkiye’de milliyetçi-muhafazakâr düşünce dünyası, bu gelişmeleri sadece askeri bir gerilim olarak değil; tarihsel hafıza, emperyal ajandalar ve bölgesel vicdan ekseninde değerlendirmektedir.

    1. JEOPOLİTİK ALGIYI AŞAN BİR DİL: DÜZENİN DEĞİŞMEYEN AKTÖRLERİ

    Ortadoğu krizlerinin temelinde yalnızca bölgesel aktörlerin değil, yüz yılı aşkın süredir çıkarları sabit kalan küresel yapılar bulunmaktadır. Yeni dünya düzeni kurma iddiasında bulunanlar, esasen “eski tüfekler”dir. Bu bağlamda medyada İsrail lehine sunulan ilk gün başarı anlatıları, gerçeği yansıtmaktan ziyade bir propaganda refleksinin ürünüdür. Milliyetçi kanaat önderlerinin bu çarpık anlatıya karşı geliştirdiği direniş dili, sadece siyasal bir pozisyon değil; aynı zamanda tarihsel bilinç aktarımıdır.

    2. İRAN’IN STRATEJİK KARŞILIĞI VE GERÇEK SAHA TABLOSU

    İran, savaşın ilk gününde geçici bir felç hali yaşamış gibi görünse de, 24 saat içinde füze savunma sistemlerini yeniden organize etmiş ve balistik yanıt kapasitesini sahaya sürmüştür. İsrail’e gönderilen 500–600 füzenin yaklaşık %50’sinin Demir Kubbe’yi deldiği; bazı stratejik merkezlere isabet ettiği yönündeki bilgiler, medya anlatılarının yüzeyselliğini ortaya koymuştur. İsrail içinde okulların kapanması, halkın sığınaklara inmesi ve panik ortamı; gerçek savaşın, görüntülenenin çok ötesinde cereyan ettiğini göstermektedir.

    3. FİLİSTİN’DEN GAZZE’YE: VİCDANIN COĞRAFYASI

    Filistin meselesi, bu çatışmanın yalnızca diplomatik bir yansıması değil, onun tarihsel ve insani çekirdeğidir. Gazze’nin yoğun bombardıman altında kalması, sivil altyapıların hedef alınması ve küresel kamuoyunun sessizliği, “uluslararası düzenin” hangi eksende işlediğini bir kez daha ifşa etmiştir. Bu süreçte Türkiye’de yükselen milliyetçi duyarlılık, yalnızca ideolojik bir tepki değil, aynı zamanda ahlaki ve vicdani bir duruşun sembolüdür.

    4. GÜÇ BLOKLARI VE TÜRKİYE’NİN STRATEJİK KONUMU

    Savaş, sadece İsrail ve İran’ın değil; ABD, İngiltere, Almanya gibi Batılı güçlerle; Çin, Rusya, Pakistan gibi Doğulu blokların da dâhil olduğu bir çok katmanlı denklem haline gelmiştir. Türkiye’nin bu denklemin neresinde durduğu, yalnızca dış politikayla değil; içerdeki tarihsel reflekslerle de ilgilidir. Milliyetçi çizgi, bu noktada hem millet vicdanını hem de devlet aklını temsil etme iddiasındadır.

    5. SONUÇ: GÖRÜNMEYEN CEPHEDE MÜCADELE EDENLER

    Bu savaş yalnızca füzelerle değil; bilgiyle, hafızayla ve inançla yürütülmektedir. Görünmeyen cephe, asıl mücadelenin verildiği alandır. İran’ın beklenmedik yanıtları, Filistin’in sarsılmaz direnci ve Türkiye’de yükselen milliyetçi söylem; yeni dünya düzeni kurma iddiasındaki yapılar karşısında kararlı bir direnç oluşturmuştur. Yeni dünya düzenini aynı aktörler kurmak istiyorsa; karşılarında artık yalnızca siyasi değil, zihinsel ve kültürel bir barikat vardır.

    KAYNAKÇA

    • Al Jazeera English. (2025)

    • The Jerusalem Post. (2025)

    • Haaretz. (2025)

    • BBC Monitoring. (2025)

    • X Platformu – Resmi Açıklamalar. (2025)

  • ESKİ TÜFEKLERİN YENİ SENARYOSU: LİNKEDIN ÖZETİ

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    2025’te İsrail–İran savaşı, sadece iki ülkenin değil; eski küresel aktörlerin yeni düzen kurma çabasının bir sonucu olarak patlak verdi. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Semih Yalçın’ın ‘Yeni dünya düzeni kurmaya kalkanlar yine eski tüfeklerdir’ sözü, bu savaşın arka planını çözümlemede anahtardır.

    İsrail’in ilk gün zaferi, medya desteğiyle abartılmış; ancak İran’ın asimetrik cevabı, Demir Kubbe’yi zorlayan yüzlerce füze saldırısı, siber savaşlar ve bölgesel manevralarla dengeyi sarsmıştır. Gazze’de süren yıkım, direnişin özüdür. Filistin, bu düzen hesaplaşmasının insani mihenk taşıdır.

    ABD, İngiltere ve İsrail’in oluşturduğu eksene karşı Çin, Rusya ve İslam ülkelerinden oluşan blok şekillenirken, Türkiye’nin stratejik duruşu dikkat çekmektedir. Milliyetçi çizgi, devlet aklı ve millet vicdanı arasında tarihî bir köprüdür.

    Bugün sahada olan sadece ordular değil; hafıza, fikir ve ahlaki direniştir. Yeni düzen kurmaya çalışanlar eski yüzlerle yola çıkarken, karşılarında artık bilinçli ve kararlı milletler yükselmektedir.

    KAYNAKÇA

    – Prof. Dr. Semih Yalçın Resmi Açıklamaları (X, 2025)
    – Al Jazeera, BBC, Jerusalem Post, Haaretz (2025)

  • nükleer strateji”, “İran iç siyaseti” ya da “ABD politik manevraları”İşte  kapsamlı, akademik analiz niteliğinde bir makale taslağı. “12 Günlük İran‑İsrail Savaşı” cephesiyle başlayıp, gün gün ilerledikçe stratejik, diplomatik ve komplo teorileriyle beyin jimnastiği yapacak şekilde planlandı:

    Cengiz Genç Araştırmacı yazar

    Giriş: “12 Günlük Savaş”ın Tanımı ve Çatışma Dinamikleri

    • Resmi olarak 13 Haziran 2025 günü İsrail, Operasyon Rising Lion kod adıyla İran’ın stratejik nükleer ve askeri altyapısına karşı önleyici hava saldırılarına başladı  .

    • Misilleme olarak İran, İsrail şehirlerine yüzlerce füze ve drone saldırısı düzenledi; çoğu İsrail hava savunması tarafından etkisiz hale getirildi ancak sivil kayıplar yaşandı .

    • Bu, tarafsız bir “12 günlük açık savaş” süreci olarak tanımlandı.

    Gün Gün Özet

    Gün 1 (13 Haziran)

    • İsrail, Natanz, Fordow, İsfahan gibi tesislere hava saldırısı düzenledi, yüksek rütbeli İranlı komuta kademesine ağır darbeler vurdu   .

    Gün 2–5

    • İran’ın yüzlerce füze ve dron saldırısı; bazı zayiat, büyük ölçüde hava savunması tarafından engellendi .

    • ABD ve İsrail’in nükleer tesislere yönelik vurgu ve medyatik gerilim.

    Gün 6–9

    • ABD, 21 Haziran’da İran’ın üç nükleer tesisine (Fordow, Natanz, İsfahan) yönelik hava operasyonu düzenledi  .

    • İran, ABD üssü olan Katar’daki Al‑Udeid’e sembolik bir füze saldırısı düzenleyerek misilleme yaptı  .

    Gün 10–12

    • ABD müdahalesiyle birlikte savaşın seyri değişti; hem İsrail hem İran stratejik hedef listelerini tamamlamaya odaklandı .

    • 23–24 Haziran’da Donald Trump, kademeli ateşkes ilan etti: önce İran, ardından İsrail silahları susacaktı .

    • Ancak, ateşkesten sonra da sahada füze ve bombardıman hareketliliği devam etti; özellikle İsrail’de Be’er Sheva’da can kaybı yaşandı  .

    Savaşın Kazananı Kim?

    • İsrail, nükleer altyapıyı hedefleyerek muazzam stratejik avantaj elde etti. İran’ın hava savunmasını ve komuta kademesini ciddi şekilde zayıflatmayı başardı .

    • İran, sembolik saldırılarla moral olarak ayakta kaldı, bölgede direniş ekseninden destek aldı ve ABD üslerine karşı caydırıcılığı gösterdi; fakat somut olarak büyük bir kazanım elde edemedi.

    • ABD (Trump yönetimi), iki tarafı ateşkes masasına getirdiğini iddia ederek diplomatik başarı sunmaya çalıştı.

    • Sonuç olarak: Net bir zaferden ziyade “şu aşamada İsrail’in stratejik üstünlüğü”, İran’ın ise diplomatik manevra kabiliyeti ön plana çıktı. Ancak çatışmanın kırılganlığı nedeniyle kazananının net olarak belirlenmesi zor.

    Ateşkesin Sebepleri: Stratejik, Ekonomik ve Diplomatik

    1. Stratejik Yorgunluk ve Ekonomik Baskı

    • İsrail sınırlarına yakın hasar sonrası moral düşüş, yüksek hava savunma maliyetleri ve ABD tarafından “ise göre tamamlanacak hedef” sözü sonrası operasyonu sonlandırdı .

    • İran’ın ise iç kargaşa; protestolar, artan maliyeti, halkın nükleer caydırıcı özlemine rağmen gerçek anlamda gerçek bir savaş sürdürme kapasitesi yoktu .

    2. Dış Müdahale ve Arabuluculuk

    • ABD, Qatar’ın kritik moderatörlük rolünü kullanarak süreci fiilen yönetti; Trump, iki tarafın ateşkes talebiyle geldiğini iddia etti .

    • Rusya ve Çin, gelişmeleri gözlemleyerek dengenin bozulmasını diplomatik zemine çekmeye çalıştı .

    3. Halk Baskısı ve Rejimsel Hesaplar

    • Hem İsrail’de hem İran’da kamu huzursuzluğu artıyordu. İran’da özellikle reformist kesimi bazı generallerin ateşkesi zorlaması olarak görüldü .

    • İsrail’de ‘uzun süreli savaş’ kimse için kabul edilebilir değildi.

    Komplo Teorileri ve Kestirimsel Akıl Yürütmeler

    • Trump’ın Kuzey Kore stratejisi paralelliği: Bir barış megafonu olarak Trump, ateşkesi kendi politik imajı için kullandı. Bazıları, “ABD’nin İran seçeneklerini sınırlamak” adına süreç içinde İran’a haber verildiğini iddia ediyor.

    • Rusya ve Çin…: Tetikleyici görünseler de içeride Katar ve ABD’nin manevralarıyla süreç dış güçlerle kurulan bir manipulasyona evrildi.

    • İran içindeki çatlak: Ateşkesin perde arkası İran’ın reformist elitlerinin baskısı ve İran parlamentosunun NPT’den çıkış tartışmaları ile şekillendi .

    • Derin aksiyon teorisi: Savaş sırasında İsrail’in bazı stratejik üst düzey elemanları ısrarla “devam et” baskısı yaparken, ABD’nin “hedeflere ulaşıldı” mesajıyla süreci çakıştırdığı da söyleniyor.

    Akademik Değerlendirme ve Gelecek Senaryoları

    1. Kısa Vadede Bölgesel Denge

    • İsrail, caydırıcılığı güçlendirdi. İran’ın nükleer anlamda zayıflatılması, iç karışıklık halindeki rejim dayanaklarını sarstı.

    2. Orta Vadede Diplomatik Riskler

    • İran’ın nükleer programını yeniden canlandırmaya başlaması, NPT’den çıkış tartışmaları; yaptırımların geri dönmesi mümkün.

    • İsrail-ABD arasındaki tansiyon, bu süreçteki askeri işbirliğiyle güçlense de uluslararası algı zayıflayabilir.

    3. Uzun Vadede Jeopolitik Yeniden Dizilim

    • Rusya ve Çin’in bu süreçten kazançlı çıkmak adına İran’ı konvert edilebilir bir vizyona sokmaları muhtemel.

    • Bölgesel “Axis of Resistance”in hassasiyeti artabilir; Hizbullah, Yemen’de Husi, Irak’taki Şii unsurlar yeniden hareketlenebilir.

    • ABD iç siyaseti, Trump ile birlikte bu müdahaleleri ‘politik zafer’ olarak pazarlamaya devam edebilir.

    Sonuç: Ortada Kim Kazandı?

    • Stratejik Zafer: İsrail (nükleer kapasite sabote edildi).

    • Diplomatik Manivela: ABD (Trump) ve Katar.

    • İran, ağır zayiatla gerileyip zaman kazansa da, rejimin geleceği uzun vadede belirsiz.

    • Kazanan, barış değil; bir stratejik dengelenme oldu. Her taraf kazandığını iddia ederken dünya kazanan olmadı.

  • DEVLET BAHÇELİ’NİN STRATEJİK YEDİLİSİ:

    ORTADOĞU’DA KÜRESEL TERÖR DÜZENİNE KARŞI MİLLİ MÜCADELE VE AHLAKİ VİCDANIN YÜKSELİŞİ

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    GİRİŞ: BİR GRUP TOPLANTISINDAN ÇOK DAHA FAZLASI

    1 Temmuz 2025 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerçekleştirdiği grup toplantısı, sıradan bir haftalık siyasi gündem değerlendirmesinin ötesine geçmiş, adeta küresel vicdanın ve milli duruşun manifesto niteliğinde bir deklarasyonuna dönüşmüştür. Daha önce tarafımızdan kaleme alınan “Devlet Bahçeli’nin Yedi Sözünde Yedi Gerçek” başlıklı analizde vurgulanan stratejik eksenler, bu toplantıda daha da keskinleşmiş, yeni jeopolitik başlıklarla yeniden vurgulanmıştır. Bu bağlamda, Sayın Bahçeli’nin yedi ayrı açıklamasında ortaya koyduğu temel tezler ile önceki söylemler arasında kavramsal ve değer temelli bir süreklilik kurulmaktadır.

    1. İSLAM DÜNYASININ AHLAKİ ÇÖKÜŞÜNE KARŞI MİLLİ ŞUURUN ÇAĞRISI

    Sayın Bahçeli’nin toplantının hemen başında yaptığı vurgulardan biri, İslam dünyasının “üç maymunu oynamaktan” vazgeçmesi gerektiği yönündeki çağrısıdır. Bu ifade, aslında pasifliğin değil, ahlaki iflasın ifadesidir. Bahçeli’nin şu sözleri dikkat çekicidir:

    “Bir yanda bebekler ölüyor, diğer yanda ümmet kımıldamıyor. Bu suskunluk artık mazur gösterilemez.”

    Bu çağrı, daha önce 21 Haziran 2025’te İstanbul’da düzenlenen İİT Zirvesi’ne yönelik eleştirilerle paraleldir. İstanbul Deklarasyonu, retorik düzeyde bir birlik çağrısı sunarken, Bahçeli’nin sözleri “deklarasyon değil, müdahale” çağrısıdır. Bu, Türkiye’nin diplomatik pozisyonunun da ötesinde, vicdanî bir kalkışmadır.

    2. İSRAİL’İN DEVLET OLMADIĞINI AÇIKLAMAK: BİR SİYASİ TAVIRDAN FAZLASI

    Sayın Bahçeli, grup toplantısında İsrail’i bir kez daha “devlet değil, cinayet aygıtı” olarak nitelendirmiştir. Bu söylem, artık salt siyasi bir duruşun değil, uluslararası hukuk temelinde bir meşruiyet tartışmasının zeminini oluşturur. Bahçeli’nin şu cümlesi bu bakımdan çarpıcıdır:

    “Bir devlet, varlığını çocuk cesetleriyle değil, hukukla sürdürür.”

    Bu söz, uluslararası kamuoyunda giderek artan “İsrail’in soykırım suçu işlediği” yönündeki tartışmalara destek niteliğindedir. Daha önceki analizimizde vurguladığımız gibi, Cenevre Sözleşmesi bağlamında değerlendirildiğinde bu tür açıklamalar, Türkiye’nin BM nezdindeki pozisyonunu şekillendirebilecek niteliktedir.

    3. MUHALEFETİN SUSKUNLUĞU: GAFLETİN ÖTESİNDE BİR VESAYET KUŞAĞI

    Grup toplantısında CHP’nin sessizliği, doğrudan eleştirilmektedir. Sayın Bahçeli’nin “Mahalle yanarken CHP’nin havanda su dövmesi” ifadesi, sadece muhalefete yönelik bir dil darbesi değil, aynı zamanda Türkiye’de ahlaki pozisyon alma meselesi üzerinden bir sorgulamadır.

    Bu bağlamda, daha önce vurguladığımız gibi mesele sadece politik refleks eksikliği değil, aynı zamanda ideolojik yabancılaşmanın ve “sahte evrensellik” anlayışının bir sonucudur. Bahçeli burada yalnızca siyasi partilere değil, entelektüel sınıfa da dolaylı olarak çağrıda bulunmaktadır.

    4. TÜRKİYE’NİN JEOLOJİK DEĞİL, JEO-STRATEJİK MERKEZİYETİ

    Sayın Bahçeli’nin toplantıda dikkat çektiği en önemli kavramsal uyarılardan biri:

    “Tahran’a atılan bomba, Ankara’da duyulur.”

    Bu ifade, Türkiye’nin fiziki coğrafyasından bağımsız olarak jeopolitik merkezîliğini işaret eder. Özellikle İran-İsrail hattındaki gerilim, Türkiye’yi doğrudan olmasa da dolaylı güvenlik tehditlerine açık hale getirmektedir.

    Buna bağlı olarak enerji yolları, göçmen rotaları, vekil savaşlar ve bilgi operasyonları; hepsi Türkiye’nin merkezden sarsılabileceği risk alanlarıdır. Bahçeli’nin sözleri bu nedenle yalnızca bir güvenlik refleksi değil, aynı zamanda stratejik ön alma çağrısıdır.

    5. “TEHDİDİN KÜÇÜĞÜ BÜYÜĞÜ OLMAZ” DİYEN BİR STRATEJİK ZİHNİYET

    Bahçeli’nin çokça tekrarladığı ifadelerden biri olan “Tehdidin küçüğü büyüğü olmaz” ilkesi, savunma doktrinlerinde asimetrik tehdit algısının merkezî hâle gelmesini zorunlu kılar.

    Buradaki vurgunun arka planında; hibrit savaşlar, biyolojik tehditler, enerji sabotajları, finansal manipülasyonlar gibi konvansiyonel olmayan tehdit türlerinin artık konvansiyonel sonuçlar doğurabileceği gerçeği yatmaktadır.

    6. BM’YE YÖNELİK KUVVET KULLANIMI ÇAĞRISI: ULUSLARARASI HUKUKUN GERÇEK SINAVI

    Sayın Bahçeli’nin grup toplantısındaki en çarpıcı ve tartışmalı çıkışlarından biri, BM’ye doğrudan şu çağrısı olmuştur:

    “Artık kuvvet kullanılmalı; soyut kınamalar yetmiyor.”

    Bu çağrı, 1999 Kosova müdahalesinde olduğu gibi, insani müdahale doktrini bağlamında meşru görülebilir. Ancak bu noktada dikkat çeken, Türkiye gibi bir NATO ülkesinin BM’yi harekete çağırırken bağımsız pozisyonunu korumasıdır. Bu, Türk dış politikasının “denge değil, duruş” eksenine geçtiğini göstermektedir.

    7. MİLLİ DAYANIŞMA VE İSLAM DÜNYASINA AÇIK ÇAĞRI

    Sayın Bahçeli, sözlerini şu ifadeyle tamamlamıştır:

    “Gün birleşme günüdür. Sadece Türkiye’nin değil, Türk dünyasının, İslam dünyasının da birleşme günüdür.”

    Bu söz, iç siyasetten çok dış politikaya yöneliktir. Türk Devletleri Teşkilatı, D-8, İİT ve hatta Asya’da yükselen çok taraflı diplomatik organizasyonlar burada stratejik olarak işaretlenmektedir. Bahçeli, bir medeniyet cephesi oluşturulması çağrısı yapmaktadır.

    SONUÇ: YEDİ MADDEDE YENİ SİYASET FELSEFESİ

    Sayın Bahçeli’nin grup toplantısında sunduğu bu yedi stratejik mesaj, yalnızca güncel siyasi pozisyonlar değil; aynı zamanda bir devlet aklı vizyonudur. Ortadoğu’da değişen dengeler, Batı merkezli düzenin çöküşü ve İslam dünyasının dağınık hali içinde Türkiye’nin hem vicdanî hem de stratejik liderliğine ihtiyaç vardır.

    “Üç maymunu oynayanların karşısında hakikati haykıran” bir Türkiye vizyonu için bu yedi söz, yedi gerçek kadar yedi temel stratejik direktif olarak da okunmalıdır.

    KAYNAKÇA

    • Bahçeli, D. (2025, 1 Temmuz). TBMM Grup Toplantısı Konuşması. Milliyetçi Hareket Partisi Resmî Sosyal Medya Hesapları. https://x.com/MHP_Bilgi

    • Cenevre Sözleşmeleri (1949). Dördüncü Sözleşme: Sivillerin Korunması.

    • United Nations (1999). “Humanitarian Intervention in Kosovo.” UNHCR Reports.

    • Genç, C. (2025). Devlet Bahçeli’nin Yedi Sözünde Yedi Gerçek: Ortadoğu’da Terör Devletine Karşı Ahlaki Duruş ve Milli Mücadele. (Yayımlanmamış makale, Haziran 2025)

    • İslam İşbirliği Teşkilatı (2025). İstanbul Zirvesi Bildirisi. https://www.oic-oci.org

    • NATO Strategic Concepts (2022–2025). Hybrid Threats and Multi-Layered Warfare. Brussels.

  • TERÖRSÜZ TÜRKİYE DOKTRİNİNDEN KÜRESEL HESAPLAŞMAYA: BARIŞIN MİMARI OLARAK ANKARA

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    İsrail–İran savaşı, Ortadoğu’nun haritasını değil, insanlığın vicdanını yeniden şekillendiriyor. Füze yağmurları altında ezilen şehirler, sığınaklara hapsedilen çocuklar ve diplomasi görünümlü savaş ajandaları… Tam da bu kaosun ortasında, Ankara’dan yükselen bir ses yankılanıyor: “Savaşın kazananı yoktur, barışın kazananı pek çoktur.”

    Bu söz, yalnızca siyasal bir mesaj değil, tarihin en sert çarpışmalarına tanıklık etmiş bir milletin vicdani refleksidir. Devlet Bahçeli’nin bu vurgusu, emperyal projelerle kan içinde boğulan bir coğrafyada, Türk aklının barış kodlarını yeniden devreye soktuğunun ilanıdır.

    1. STRATEJİK VİCDAN: BAHÇELİ’NİN BARIŞ DOKTRİNİ

    Devlet Bahçeli’nin liderliğinde şekillenen siyasal dil, artık sadece Türkiye’ye değil; emperyalizmin şekillendirdiği küresel düzene de mesaj vermektedir. “Cinayet aygıtı haline gelen devletlerin insanlığa verecek hiçbir şeyi kalmamıştır” diyerek İsrail’in hukuk dışı soykırım pratiklerine işaret eden bu yaklaşım, yalnızca eleştiri değil, alternatif bir medeniyet tahayyülüdür.

    Bahçeli’nin çizdiği barış perspektifi; ne edilgen ne teslimiyetçidir. Bu çizgi, gerektiğinde Kafkasya’da denge kuran, Suriye’de terörü püskürten, Karabağ’da Türk’ün göğsünü kabartan aynı devlettir.

    2. BİLGE EKONOMİSTİN GÖRÜŞÜ: PROF. DR. MEVLÜT KARAKAYA

    Bu stratejik vizyonun ekonomik boyutunu ise Prof. Dr. Mevlüt Karakaya yorumluyor: “Emperyalizm yalnızca silahla değil; ekonomik dayatmalarla, finansal işgallerle de gelir.” Bu bağlamda İsrail–İran savaşı yalnızca nükleer başlıklarla değil, enerji koridorları, petrol fiyatları ve küresel finans spekülasyonlarıyla da sürdürülmektedir.

    Karakaya’nın çözümlemeleri, Batı’nın yalnızca savaş değil, barış bile silah olarak kullandığını ortaya koymaktadır. İsrail’in savaş makinesine “ahlak” enjekte etmesi beklenemez. O hâlde Türkiye, hem jeopolitik hem de ahlaki bağımsızlığını “çok boyutlu caydırıcılıkla” korumalıdır.

    3. BÜYÜKATAMAN’IN EMPERYALİZME KARŞI JEOPOLİTİK YOL HARİTASI

    MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman’ın “Terörsüz Türkiye stratejisi, emperyalizme geçit vermeyen Ankara merkezli bir hedeftir” ifadesi, bu bütünlüğü sağlayan stratejik koordinattır. Ankara, sadece Türkiye’nin değil, mazlum coğrafyaların da jeopolitik sinir merkezi hâline gelmiştir.

    Bugün Washington ile Tel Aviv arasında kurulan her köprü, Ankara’dan geçen bir adalet terazisiyle sorgulanmalıdır. Çünkü Ankara’nın durduğu yer, artık yalnızca Anadolu değildir; insanlığın onurudur.

    4. GÜNCEL DURUM ANALİZİ: SAVAŞTA SON GELİŞMELER

    • İsrail, 13 Haziran’dan bu yana İran’ın nükleer altyapısını vurmakta; özellikle Natanz ve İsfahan hedef alınmıştır.

    • İran ise 500’e yakın balistik füze ile karşılık vermiş; bu füzelerin %60’ı Demir Kubbe’yi delmiştir.

    • İsrail Savunma Bakanlığı doğrudan vurulmuş, okullar kapatılmış, halk sığınaklara hapsolmuştur.

    • ABD, doğrudan müdahil olmamakla birlikte tanker uçaklarıyla İsrail jetlerine yakıt ikmali yaptığı iddialarıyla dolaylı destek vermektedir.

    • Çin ve Rusya diplomatik çözüm arayışına girmiş, ancak küresel sessizlik hâkimdir.

    Bu tablo gösteriyor ki, savaş artık devletlerarası değil, vicdanlar ile çıkarlar arasındadır.

    5. TEZ–ANTİTEZ–SENTEZ: TÜRKİYE’NİN KÜRESEL STRATEJİSİ

    • Tez: ABD–İsrail–İngiltere ekseni, Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek istemektedir.

    • Antitez: İran, bu kuşatmaya direnirken kendi halkını hedef haline getirmiştir.

    • Sentez: Türkiye, savaşın dışında ama barışın tam merkezinde kalarak, Ankara merkezli “vicdan diplomasisi” ile hareket etmelidir.

    Bahçeli’nin “barışın kazananı çoktur” sözü ile Karakaya’nın “ekonomik bağımsızlık şarttır” vurgusu, Büyükataman’ın “emperyalizme direniş stratejisi”yle birleşerek, Türk Devleti’nin yeni yüzyıl vizyonunu tanımlar.

    6. SONUÇ: TÜRKİYE, SADECE COĞRAFYA DEĞİL; VİCDANIN KENDİSİDİR

    Bu savaşın sonunda ne İsrail ne İran kazanacaktır. Ama eğer Türkiye, Ankara merkezli stratejisini devam ettirirse; tarihin değil, insanlığın kazananı olacaktır. Çünkü bu millet, yüzyıllardır sadece devlet değil, vicdan üreten bir akıl ve medeniyet kurmuştur.

    Ve o vicdan bugün tekrar konuşmaya başlamıştır.

    Ankara’dan…

    📚 KAYNAKÇA

    1. Bahçeli, D. (2025) – MHP Resmî Açıklamaları, @MHP_Bilgi

    2. Karakaya, M. (2025) – Ekonomik değerlendirme ve savaş sonrası analizleri

    3. Büyükataman, İ. (2025) – “Emperyalizme geçit yok” açıklamaları

    4. Washington Post, FT, New Yorker – İsrail–İran savaş raporları

    5. Cengiz Genç, saha gözlemleri ve tarihsel kıyaslamalar

  • 1071 Malazgirt Zaferi: Stratejik Dehanın ve İstihbaratın Zaferi

    Cengiz Genç Araştırmacı yazar. 1071 Malazgirt Zaferi: Stratejik Dehanın ve İstihbaratın Zaferi

    Tarihin akışını değiştiren büyük savaşlara baktığımızda, yalnızca orduların sayısının değil, o orduların sevk ve idaresini yapan liderlerin dehasının belirleyici olduğunu görürüz. 1071 Malazgirt Zaferi, bu hakikatin en güçlü tezahürlerinden biridir. Zira Sultan Alparslan, kendisinden katbekat güçlü Bizans ordusunu sadece kılıcın keskinliğiyle değil, aklın, istihbaratın ve stratejik öngörünün üstünlüğüyle mağlup etmiştir.

    Bizans’ın Kudreti, Selçuklu’nun Bilge Komutanı

    Bizans İmparatoru Romen Diyojen, tarihin en büyük ordularından birini toplamıştı. Frank, Ermeni, Gürcü ve Norman paralı askerlerden oluşan; sayıca ve techizatça üstün bir orduyu Malazgirt ovasına sürmüştü. Buna karşılık Sultan Alparslan’ın ordusu daha küçüktü; fakat disiplin, inanç ve komutanının bilge stratejileriyle donatılmıştı.

    Alparslan, yalnızca askeri güce değil, istihbarata ve psikolojik savaşa da önem verdi. Bizans’ın içindeki huzursuzlukları, paralı askerlerin bağlılık zafiyetlerini ve Diyojen’in kibirini çok iyi okudu. Böylece sayısal üstünlüğü olmayan bir orduyu, aklın ve sabrın desteğiyle tarihin en büyük zaferlerinden birine taşıdı.

    Stratejinin İncelikleri

    Malazgirt Zaferi’nin kaderini belirleyen unsurlar, yalnızca meydandaki çarpışma değildi.

    Hilal Taktikleri: Selçuklu ordusunun manevra kabiliyeti, sahte ricat (geri çekilme) ve kanatlardan kuşatma stratejisiyle Bizans ordusunu tuzağa düşürdü. İstihbarat ve Haberleşme: Selçuklu atlılarının süratli yapısı, cephede sürekli bilgi akışı sağladı. Bizans’ın hamleleri önceden kestirilerek karşı tedbirler geliştirildi. Psikolojik Üstünlük: Savaş öncesinde Alparslan’ın beyaz elbiseler giyip askerlerine şehadet bilinciyle seslenmesi, moral üstünlüğünü kesinleştirdi.

    Tarihsel Sonuç: Anadolu’nun Kapıları

    Malazgirt, yalnızca bir savaş değildi; bir medeniyet kapısının aralanışıydı. Bu zaferle Anadolu’nun coğrafyası, Türklüğün ve İslam medeniyetinin yurdu haline geldi. Selçuklu’nun ardından Osmanlı’ya, oradan Cumhuriyet’e uzanan tarih zincirinin ilk halkası, Sultan Alparslan’ın bilge komutanlığıyla atıldı.

    Tez – Antitez – Sentez

    Tez: Büyük ordular büyük zaferler getirir. Antitez: Malazgirt’te görüldüğü üzere, sayı değil; strateji, istihbarat ve komutanlık kabiliyeti zaferin asıl anahtarıdır. Sentez: Askeri gücün gerçek değeri, bilge liderlikle birleştiğinde ortaya çıkar. Malazgirt, bu hakikati tarihe mühürleyen en büyük örneklerden biridir.

    📌 Sonuç:

    Malazgirt Zaferi, bir milletin kaderini değiştiren askeri bir başarıdan öte; bilge komutanlığın, stratejik aklın ve inançla yoğrulmuş iradenin zaferidir. Bugün Anadolu’nun her köşesinde yaşayan bizlere düşen görev; bu kutlu mirastan ilham alarak, geleceğe dair milli yürüyüşümüzde akıl, birlik ve ferasetle yol almaktır.

    Tarihin akışını değiştiren büyük savaşlara baktığımızda, yalnızca orduların sayısının değil, o orduların sevk ve idaresini yapan liderlerin dehasının belirleyici olduğunu görürüz. 1071 Malazgirt Zaferi, bu hakikatin en güçlü tezahürlerinden biridir. Zira Sultan Alparslan, kendisinden katbekat güçlü Bizans ordusunu sadece kılıcın keskinliğiyle değil, aklın, istihbaratın ve stratejik öngörünün üstünlüğüyle mağlup etmiştir.

    Bizans’ın Kudreti, Selçuklu’nun Bilge Komutanı

    Bizans İmparatoru Romen Diyojen, tarihin en büyük ordularından birini toplamıştı. Frank, Ermeni, Gürcü ve Norman paralı askerlerden oluşan; sayıca ve techizatça üstün bir orduyu Malazgirt ovasına sürmüştü. Buna karşılık Sultan Alparslan’ın ordusu daha küçüktü; fakat disiplin, inanç ve komutanının bilge stratejileriyle donatılmıştı.

    Alparslan, yalnızca askeri güce değil, istihbarata ve psikolojik savaşa da önem verdi. Bizans’ın içindeki huzursuzlukları, paralı askerlerin bağlılık zafiyetlerini ve Diyojen’in kibirini çok iyi okudu. Böylece sayısal üstünlüğü olmayan bir orduyu, aklın ve sabrın desteğiyle tarihin en büyük zaferlerinden birine taşıdı.

    Stratejinin İncelikleri

    Malazgirt Zaferi’nin kaderini belirleyen unsurlar, yalnızca meydandaki çarpışma değildi.

    Hilal Taktikleri: Selçuklu ordusunun manevra kabiliyeti, sahte ricat (geri çekilme) ve kanatlardan kuşatma stratejisiyle Bizans ordusunu tuzağa düşürdü. İstihbarat ve Haberleşme: Selçuklu atlılarının süratli yapısı, cephede sürekli bilgi akışı sağladı. Bizans’ın hamleleri önceden kestirilerek karşı tedbirler geliştirildi. Psikolojik Üstünlük: Savaş öncesinde Alparslan’ın beyaz elbiseler giyip askerlerine şehadet bilinciyle seslenmesi, moral üstünlüğünü kesinleştirdi.

    Tarihsel Sonuç: Anadolu’nun Kapıları

    Malazgirt, yalnızca bir savaş değildi; bir medeniyet kapısının aralanışıydı. Bu zaferle Anadolu’nun coğrafyası, Türklüğün ve İslam medeniyetinin yurdu haline geldi. Selçuklu’nun ardından Osmanlı’ya, oradan Cumhuriyet’e uzanan tarih zincirinin ilk halkası, Sultan Alparslan’ın bilge komutanlığıyla atıldı.

    Tez – Antitez – Sentez

    Tez: Büyük ordular büyük zaferler getirir. Antitez: Malazgirt’te görüldüğü üzere, sayı değil; strateji, istihbarat ve komutanlık kabiliyeti zaferin asıl anahtarıdır. Sentez: Askeri gücün gerçek değeri, bilge liderlikle birleştiğinde ortaya çıkar. Malazgirt, bu hakikati tarihe mühürleyen en büyük örneklerden biridir.

    📌 Sonuç:

    Malazgirt Zaferi, bir milletin kaderini değiştiren askeri bir başarıdan öte; bilge komutanlığın, stratejik aklın ve inançla yoğrulmuş iradenin zaferidir. Bugün Anadolu’nun her köşesinde yaşayan bizlere düşen görev; bu kutlu mirastan ilham alarak, geleceğe dair milli yürüyüşümüzde akıl, birlik ve ferasetle yol almaktır.

  • Şap Hastalığı İddiaları: Gerçekler, Abartılar ve Çıkış Yolu

    Araştırmacı-Yazar: Cengiz Genç

    Özet

    Son haftalarda Doğu Anadolu (Kars, Ardahan, Erzurum başta) ve iç bölgeler için “şap hastalığı yüzünden hayvanların büyük kısmı telef oluyor, Türkiye’de sürülerin yarısı gidebilir” türü söylentiler dolaşıyor. Resmî tablo, yeni serotip SAT-1’in Kurban Bayramı dönemindeki hayvan hareketleriyle artış gösterdiğini; ancak ülke çapında pazarların geçici kapatılması, karantina ve hızlandırılmış aşılama ile durumun yönetildiğini gösteriyor. Bakanlık “milyonlarca doz aşı”nın sahaya sevk edildiğini ve pazarların kademeli açılacağını duyurdu. Bu, “yarısı telef olur” gibi iddiaların aşırı abartı olduğunu gösteriyor. 

    Tez (Sahadaki iddialar)

    “Doğuda çok sayıda hayvan öldü, salgın kontrol dışı.” “Bu hızla giderse Türkiye’de hayvanların yarısı telef olacak.” “İklim kanununa göre hayvanların ölmesi kaçınılmaz.”

    Not: Üçüncü ifade bilimsel veya hukuki bir kavram değil; “doğa kanunu/iklim koşulları” gibi yanlış bir çağrışıma dayanıyor. Böyle bir “iklim kanunu gereği telef olma” diye bir şey yok.

    Antitez (Veri ve Bilim)

    Şap (FMD) çok bulaşıcıdır; verim kaybı, yavrularda ölüm ve ekonomik zarara yol açar. Erişkin hayvanlarda ölüm oranı genellikle düşüktür; çoğu hayvan iyileşir ancak zayıflar. (Yani “yarısı telef” tipinde bir biyoloji söz konusu değildir.)  Türkiye’de SAT-1 tespit edilince hayvan satış yerleri ülke genelinde geçici olarak kapatıldı, yayılımı kesmek için karantina ve hareket kısıtları uygulandı.  Aşı üretimi ve sevki hızlandırıldı: Bakanlık SAT-1’e karşı yaklaşık 6 milyon doz aşıyı sahaya gönderdi; toplam dozlar çift haneli milyonlara çıkarılıyor ve pazarların aşılamalar tamamlandıkça açılacağı bildirildi.  Bölgesel durum: Ardahan’da pazarlar geçici kapatıldı; Erzurum’a ek aşı sevki yapıldı; Kars’ta SAT-1’in “sönme noktasına geldiği” ve meralara dönüş haberleri paylaşıldı. Bu, tedbir–aşılama–sönüm döngüsünün çalıştığını gösteriyor. 

    Sentez (Gerçek tablo ve risk)

    Gerçek risk var: SAT-1 yeni ve hızlı bulaşan bir serotip; hareketlilik dönemlerinde yayılımı artıyor. Doğru önlem ve aşılamayla yönetilebilir. Bakanlık ve il müdürlükleri yoğun aşılamaya geçmiş durumda.  “Türkiye’de hayvanların yarısı telef olur” iddiası bilimsel ve güncel verilerle uyumlu değil. Erişkinlerde ölüm oranı düşük; asıl risk verim kaybı ve yavru kaybı. Panikle değil, disiplinli kontrolle zarar minimize ediliyor.  Kısa vadede: Karantina + pazar kapatmaları + hızlı aşılama ile dalga sönümleniyor; bazı illerde pazarların açılması gündemde. Orta vadede: 2025 boyunca Avrupa ve bölgemizde FMD hareketliliği yaşandı; bu yüzden sınır ve hareket kontrolleri, düzenli aşılama ve dezenfeksiyon şart. 

    Üretici ve Yetiştirici İçin 8 Pratik Öneri

    Aşı takvimini il/ilçe tarımın yönlendirmesiyle eksiksiz tamamlayın. Yeni hayvan girişlerinde karantina (en az 2 hafta) uygulayın. Ahır–ekipman–araç dezenfeksiyonunu artırın; ziyaretçi trafiğini kısıtlayın. Belirti (ağız-dil-tırnakta aft, salya, topallama, ateş) görürseniz derhal bildirin ve hayvan hareketlerini durdurun. Yavru kayıplarına karşı yakın takip ve destekleyici bakım yapın. Komşu sürülerle gereksiz temasları önleyin; ortak mera kullanımını geçici yönetin. Sevk ve pazar kararlarını yalnızca resmî duyurulara göre planlayın.  Söylentiler yerine Bakanlık/il müdürlükleri ve veteriner hekimlerin açıklamalarını esas alın. 

    Sonuç

    Türkiye, 2025’te görülen SAT-1 kaynaklı şap dalgasını kapatmalar-karantina-aşılama üçlüsüyle yönetiyor. Bölgesel sıkıntılar ve kayıplar var; ancak “sürülerin yarısı gidecek” türü felaket senaryoları veriyle desteklenmiyor. Sağduyu, biyogüvenlik ve yaygın aşılama ile tablo kontrol altına alınabilir. 

    Kaynaklar (seçme)

    Tarım ve Orman Bakanlığı resmî açıklamaları (SAT-1, aşılama, pazar tedbirleri).  NTV & Diken: Ülke genelinde pazarların geçici kapatılması, aşı üretimi.  AA: 6 milyon doz aşının sahaya sevki.  Hürriyet Bigpara / Habertürk: Kademeli açılış ve güncel bakanlık açıklamaları.  WOAH (Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü): Şapın biyolojisi, ölüm oranlarına dair genel çerçeve.  Yerel güncellemeler: Ardahan kapanışları, Erzurum aşı sevki, Kars’ta sönüm. 

  • Türküyle Birlik, Şiirle Dirlik: Canların Türküsü

    Araştırmacı-Yazar Cengiz Genç

    Bir milletin gönül tellerine dokunan en güçlü ses, türkülerin sesidir. Türküler; sevinçlerimizi, kederlerimizi, kahramanlıklarımızı ve umutlarımızı nesilden nesile taşır. Bugün Milliyetçi Hareket Partisi’nin öncülüğünde yeniden yankılanan “Canların Türküsü”, yalnızca bir müzik eseri değil; aynı zamanda birlik, beraberlik ve dirliğimizin sembolüdür.

    Sanatçıların, ozanların, şairlerin kaleminden çıkan her mısra; milletin hafızasında bir iz, gönlünde bir ışık yakar. Türküyle dirilen, şiirle beslenen, dua ile yoğrulan bu topraklarda her ses, aynı hedefe yönelmiştir: Güçlü Türkiye, terörsüz bir gelecek, kardeşçe bir yarın.

    Bugün bizim de görevimiz, yalnızca dinlemek değil; o türkülere, o şiirlere kendi kalemimizle, kendi yüreğimizle ortak olmaktır. Çünkü bir milletin kaderi, sözünün gücünde, sesinin ahenginde saklıdır.

    Birlik türkülerimiz çoğaldıkça, ayrılıklar azalır.

    Şiirlerimiz güçlendikçe, milletimizin iradesi pekişir.

    Kültürümüz yaşadıkça, geleceğimiz sağlamlaşır.

    Canların Türküsü, işte bu ruhun adıdır. O ruh, Bala’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Türk dünyasına dalga dalga yayılmaktadır. Bugün 71. yazımızı bu bilinçle sitemize işliyoruz. Bu sayı yalnızca bir rakam değil; bir haftada on binlerce gönle dokunan, yüzlerce yüreği buluşturan bir **“kültür nöbeti”**dir.

    Geliniz; hep birlikte aynı türküyü söyleyelim:

    • Birlik için,

    • Dirlik için,

    • Huzur ve kardeşlik için…

    Ve unutmayalım: Türkü susarsa, millet susar. Şiir durursa, gelecek durur. Ama biz yazdıkça, söyledikçe; Türkiye ebediyen ayakta kalacaktır.

  • DEMİR KUBBE’NİN ARDINDAKİ GERÇEK: İSRAİL–İRAN SAVAŞINDA TAKTİK KIRILMA VE KÜRESEL STRATEJİK HESAPLAŞMA

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    Ortadoğu’nun çıplak gerçeği, 21. yüzyılın en çok konuşulacak jeopolitik eşiklerinden birine sahne oluyor. İran’ın, İsrail’e yönelik füze ve kamikaze İHA saldırılarıyla başlayan beş günlük süreç, yalnızca bir çatışmayı değil; bir sistemin sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. İsrail’in simgesel güvenlik duvarı olan “Demir Kubbe”nin çöküşü, yalnızca askeri bir başarısızlık değil; Batı merkezli stratejik kurgunun açmazlarını da ifşa etmiştir.

    1. DEMİR KUBBE: TEKNOLOJİ MİTİNİN DAĞILIŞI

    Savaşın ilk saatlerinde dahi dünya medyasına %95 oranında başarılı diye servis edilen Demir Kubbe hava savunma sistemi, beşinci gün itibarıyla sorgulanan bir teknolojiye dönüşmüştür. Tel Aviv dahil olmak üzere İsrail’in merkezine düşen füzeler, sistemin gerçek etkinliğinin %60’ın altına gerilediğini göstermiştir.

    Bu düşüş yalnızca bir zafiyet değil, bir kırılmadır. Zira İran, saldırılarında klasik füze taktiğini aşarak savaş teknolojisinde “karmaşıklaştırılmış hedef bölme” stratejisini uygulamıştır. Füzeler, hedefe varmadan hemen önce insansız hava araçları (drone sürüsü) salmakta; bu da Demir Kubbe’yi öncelikli olarak bu İHA’lara kilitlemektedir. Asıl füzeler, bu kısa zaman aralığında sistemin kör kalan bölgesinden sızmaktadır.

    Üstelik İsrail’in hava savunma algoritmasında meydana gelen ani yön değişiklikleri, bazı önleme füzelerinin hedefini şaşırarak kendi sistemine çarpmasına ve kendini imha etmesine yol açmıştır. Bu durum, “teknolojinin kendi üstüne kapanması” olarak tanımlanabilecek nadir askeri başarısızlıklardan biridir.

    2. ÇİN VE RUSYA: GÖRÜNMEYEN CEPHENİN GÖLGESİ

    İsrail ile İran arasında devam eden sıcak çatışmanın ötesinde, küresel güçlerin pozisyonları da savaşın seyrini belirleyen önemli faktörlerden biri haline gelmiştir. Bu bağlamda, özellikle Çin ve Rusya’nın İran’a yönelik tutumu dikkatle izlenmektedir. Son günlerde bazı uluslararası medya organlarında yer alan ve sosyal medyada da dolaşıma giren haberlere göre; Çin ve Rusya menşeli olduğu öne sürülen bazı kargo uçaklarının İran’a iniş yaptığı iddia edilmiştir. Ancak bu bilgiler resmi makamlarca doğrulanmamış, henüz teyide muhtaç veriler düzeyinde kalmıştır.

    Buna rağmen söz konusu iddialar, savaşın yalnızca iki ülke arasında geçen bir askeri hesaplaşma değil, daha geniş bir küresel güçler dengesinin sahaya yansıması olduğuna dair kanaatleri güçlendirmektedir. Çin’in İran üzerindeki stratejik nüfuzu ve Rusya’nın diplomatik sessizliği, bu savaşta örtülü bir ittifak dinamiğinin zeminini göstermektedir.

    Dolayısıyla bu gelişmeler, Ortadoğu’daki krizin yalnızca bölgesel değil, çok merkezli ve çok aktörlü bir vekâlet savaşı niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır.

    3. G7 ZİRVESİ: DİPLOMATİK PERDE ARKASI

    G7 Zirvesi’nde alınan kararlar ve hemen ardından Beyaz Saray’da toplanan ABD Ulusal Güvenlik Konseyi, Batı cephesinde İsrail’e yönelik hem siyasi hem askeri destek planlarının görüşüldüğüne işaret etmektedir. Ancak diplomatik perde arkasında ciddi bir çıkmaz vardır: İsrail’e açık destek verilmesi durumunda, İran’ın bölgedeki vekil güçleri ve doğrudan karşılık riski tüm Körfez’i ateşe verebilir.

    4. NÜKLEER İKİYÜZLÜLÜK VE PAKİSTAN’IN AÇIK MESAJI

    İsrail’in 80–90 civarında nükleer başlığa sahip olduğu uluslararası çevrelerce bilinmesine rağmen, bu durum sessizlikle karşılanmaktadır. Buna karşılık, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri, “küresel tehdit” olarak ilan edilmiştir. Bu durum, Batı’nın nükleer silah politikasındaki derin ikiyüzlülüğü bir kez daha gözler önüne sermektedir.

    İran cephesinden doğrudan “atom bombası kullanırız” yönünde herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Ancak Pakistan’dan gelen açık uyarı dikkat çekicidir: “Eğer İran’a saldırılırsa, İsrail’e atomla karşılık veririz.” Bu açıklama, savaşın mezhepsel değil, stratejik bir blok çatışması olduğunu ve Müslüman ülkelerin kolektif bir reaksiyon geliştirme eşiğinde olduğunu göstermektedir.

    5. TÜRKİYE: TARAFSIZLIĞIN SİYASAL DİLİ VE AHLAKİ TAVRI

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız” açıklaması, Türkiye’nin askeri angajman içine girmeden diplomatik manevra alanını korumaya çalıştığını göstermektedir. Ancak kamuoyuna yönelik “katil İsrail” çıkışı, diplomatik tarafsızlıkla vicdani tavır arasındaki dengeyi ustalıkla kurma çabasını yansıtmaktadır.

    Türkiye bu pozisyonuyla hem Batı nezdinde yapıcı aktör rolünü oynamakta, hem de İslam dünyasında ahlaki liderlik iddiasını korumaktadır.

    SONUÇ: BİR SAVAŞIN ÖTESİNDE, BİR SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ MÜ?

    İsrail–İran savaşı artık yalnızca bir askeri çatışma değil; teknolojik mitlerin çöküşü, nükleer eşiklerin tartışılması, bölgesel dengelerin kırılması ve küresel blokların yeniden yapılanması anlamına gelmektedir. Demir Kubbe’nin teknik olarak çökmesi, İran’ın stratejik manevraları, Çin ve Rusya’nın gölgeli pozisyonları, Pakistan’ın kırmızı çizgisi ve Türkiye’nin diplomatik tavrı bir araya geldiğinde; bu savaş, 21. yüzyılın “karanlık dönüm noktalarından biri” olarak tarihe geçmeye adaydır.

    KAYNAKÇA

    1. Anadolu Ajansı – “Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız.”

    https://v.aa.com.tr/3600534

    2. Anadolu Ajansı – “İran, İsrail’e füze ve kamikaze İHA’larla saldırdı.”

    https://v.aa.com.tr/3600582

    3. SonDakika.com – “İran-İsrail savaşında 5. gün: Demir Kubbe arızalandı, füzeler Tel Aviv’e düştü.”

    https://www.sondakika.com/dunya/haber-iran-israil-savasinda-5-gun-demir-kubbe-18754801

    4. SonDakika.com – “Trump, Ulusal Güvenlik Konseyi’ni Beyaz Saray’da topluyor.”

    https://www.sondakika.com/politika/haber-trump-g7-zirvesi-nden-erken-ayriliyor-18754774

    5. Al Jazeera – Middle East Nuclear Capabilities Analysis (2024)

    DEMİR KUBBE’NİN ARDINDAKİ GERÇEK: İSRAİL–İRAN SAVAŞINDA TAKTİK KIRILMA VE KÜRESEL STRATEJİK HESAPLAŞMA

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    DEMİR KUBBE: TEKNOLOJİ MİTİNİN DAĞILIŞI

    Savaşın ilk saatlerinde dahi dünya medyasına %95 oranında başarılı diye servis edilen Demir Kubbe hava savunma sistemi, beşinci gün itibarıyla sorgulanan bir teknolojiye dönüşmüştür. Tel Aviv dahil olmak üzere İsrail’in merkezine düşen füzeler, sistemin gerçek etkinliğinin %60’ın altına gerilediğini göstermiştir…

    Üstelik İsrail’in hava savunma algoritmasında meydana gelen ani yön değişiklikleri, bazı önleme füzelerinin hedefini şaşırarak kendi sistemine çarpmasına ve kendini imha etmesine yol açmıştır.

    ÇİN VE RUSYA: GÖRÜNMEYEN CEPHENİN GÖLGESİ

    Son günlerde bazı uluslararası medya organlarında yer alan ve sosyal medyada da dolaşıma giren haberlere göre; Çin ve Rusya menşeli olduğu öne sürülen bazı kargo uçaklarının İran’a iniş yaptığı iddia edilmiştir. Ancak bu bilgiler resmi makamlarca doğrulanmamış, henüz teyide muhtaç veriler düzeyinde kalmıştır…

    Dolayısıyla bu gelişmeler, Ortadoğu’daki krizin yalnızca bölgesel değil, çok merkezli ve çok aktörlü bir vekâlet savaşı niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır.

    G7 ZİRVESİ: DİPLOMATİK PERDE ARKASI

    G7 Zirvesi’nde alınan kararlar ve hemen ardından Beyaz Saray’da toplanan ABD Ulusal Güvenlik Konseyi, Batı cephesinde İsrail’e yönelik hem siyasi hem askeri destek planlarının görüşüldüğüne işaret etmektedir.

    NÜKLEER İKİYÜZLÜLÜK VE PAKİSTAN’IN AÇIK MESAJI

    İsrail’in 80–90 civarında nükleer başlığa sahip olduğu uluslararası çevrelerce bilinmesine rağmen, bu durum sessizlikle karşılanmaktadır. Buna karşılık, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri, “küresel tehdit” olarak ilan edilmiştir…

    Pakistan’dan gelen açık uyarı dikkat çekicidir: “Eğer İran’a saldırılırsa, İsrail’e atomla karşılık veririz.”

    TÜRKİYE: TARAFSIZLIĞIN SİYASAL DİLİ VE AHLAKİ TAVRI

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız” açıklaması, Türkiye’nin askeri angajman içine girmeden diplomatik manevra alanını korumaya çalıştığını göstermektedir.

    SONUÇ: BİR SAVAŞIN ÖTESİNDE, BİR SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ MÜ?

    İsrail–İran savaşı artık yalnızca bir askeri çatışma değil; teknolojik mitlerin çöküşü, nükleer eşiklerin tartışılması, bölgesel dengelerin kırılması ve küresel blokların yeniden yapılanması anlamına gelmektedir…

    KAYNAKÇA

    • Anadolu Ajansı – ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız.’ https://v.aa.com.tr/3600534

    • Anadolu Ajansı – ‘İran, İsrail’e füze ve kamikaze İHA’larla saldırdı.’ https://v.aa.com.tr/3600582

    • SonDakika.com – ‘İran-İsrail savaşında 5. gün: Demir Kubbe arızalandı, füzeler Tel Aviv’e düştü.’ https://www.sondakika.com/dunya/haber-iran-israil-savasinda-5-gun-demir-kubbe-18754801

    • SonDakika.com – ‘Trump, Ulusal Güvenlik Konseyi’ni Beyaz Saray’da topluyor.’ https://www.sondakika.com/politika/haber-trump-g7-zirvesi-nden-erken-ayriliyor-18754774

    • Al Jazeera – Middle East Nuclear Capabilities Analysis (2024)

  • DEMİR KUBBE’NİN ARDINDAKİ GERÇEK: İSRAİL–İRAN SAVAŞINDA TAKTİK KIRILMA VE KÜRESEL STRATEJİK HESAPLAŞMA

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    Ortadoğu’nun çıplak gerçeği, 21. yüzyılın en çok konuşulacak jeopolitik eşiklerinden birine sahne oluyor. İran’ın, İsrail’e yönelik füze ve kamikaze İHA saldırılarıyla başlayan beş günlük süreç, yalnızca bir çatışmayı değil; bir sistemin sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. İsrail’in simgesel güvenlik duvarı olan “Demir Kubbe”nin çöküşü, yalnızca askeri bir başarısızlık değil; Batı merkezli stratejik kurgunun açmazlarını da ifşa etmiştir.

    1. DEMİR KUBBE: TEKNOLOJİ MİTİNİN DAĞILIŞI

    Savaşın ilk saatlerinde dahi dünya medyasına %95 oranında başarılı diye servis edilen Demir Kubbe hava savunma sistemi, beşinci gün itibarıyla sorgulanan bir teknolojiye dönüşmüştür. Tel Aviv dahil olmak üzere İsrail’in merkezine düşen füzeler, sistemin gerçek etkinliğinin %60’ın altına gerilediğini göstermiştir.

    Bu düşüş yalnızca bir zafiyet değil, bir kırılmadır. Zira İran, saldırılarında klasik füze taktiğini aşarak savaş teknolojisinde “karmaşıklaştırılmış hedef bölme” stratejisini uygulamıştır. Füzeler, hedefe varmadan hemen önce insansız hava araçları (drone sürüsü) salmakta; bu da Demir Kubbe’yi öncelikli olarak bu İHA’lara kilitlemektedir. Asıl füzeler, bu kısa zaman aralığında sistemin kör kalan bölgesinden sızmaktadır.

    Üstelik İsrail’in hava savunma algoritmasında meydana gelen ani yön değişiklikleri, bazı önleme füzelerinin hedefini şaşırarak kendi sistemine çarpmasına ve kendini imha etmesine yol açmıştır. Bu durum, “teknolojinin kendi üstüne kapanması” olarak tanımlanabilecek nadir askeri başarısızlıklardan biridir.

    2. ÇİN VE RUSYA: GÖRÜNMEYEN CEPHENİN GÖLGESİ

    İsrail ile İran arasında devam eden sıcak çatışmanın ötesinde, küresel güçlerin pozisyonları da savaşın seyrini belirleyen önemli faktörlerden biri haline gelmiştir. Bu bağlamda, özellikle Çin ve Rusya’nın İran’a yönelik tutumu dikkatle izlenmektedir. Son günlerde bazı uluslararası medya organlarında yer alan ve sosyal medyada da dolaşıma giren haberlere göre; Çin ve Rusya menşeli olduğu öne sürülen bazı kargo uçaklarının İran’a iniş yaptığı iddia edilmiştir. Ancak bu bilgiler resmi makamlarca doğrulanmamış, henüz teyide muhtaç veriler düzeyinde kalmıştır.

    Buna rağmen söz konusu iddialar, savaşın yalnızca iki ülke arasında geçen bir askeri hesaplaşma değil, daha geniş bir küresel güçler dengesinin sahaya yansıması olduğuna dair kanaatleri güçlendirmektedir. Çin’in İran üzerindeki stratejik nüfuzu ve Rusya’nın diplomatik sessizliği, bu savaşta örtülü bir ittifak dinamiğinin zeminini göstermektedir.

    Dolayısıyla bu gelişmeler, Ortadoğu’daki krizin yalnızca bölgesel değil, çok merkezli ve çok aktörlü bir vekâlet savaşı niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır.

    3. G7 ZİRVESİ: DİPLOMATİK PERDE ARKASI

    G7 Zirvesi’nde alınan kararlar ve hemen ardından Beyaz Saray’da toplanan ABD Ulusal Güvenlik Konseyi, Batı cephesinde İsrail’e yönelik hem siyasi hem askeri destek planlarının görüşüldüğüne işaret etmektedir. Ancak diplomatik perde arkasında ciddi bir çıkmaz vardır: İsrail’e açık destek verilmesi durumunda, İran’ın bölgedeki vekil güçleri ve doğrudan karşılık riski tüm Körfez’i ateşe verebilir.

    4. NÜKLEER İKİYÜZLÜLÜK VE PAKİSTAN’IN AÇIK MESAJI

    İsrail’in 80–90 civarında nükleer başlığa sahip olduğu uluslararası çevrelerce bilinmesine rağmen, bu durum sessizlikle karşılanmaktadır. Buna karşılık, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri, “küresel tehdit” olarak ilan edilmiştir. Bu durum, Batı’nın nükleer silah politikasındaki derin ikiyüzlülüğü bir kez daha gözler önüne sermektedir.

    İran cephesinden doğrudan “atom bombası kullanırız” yönünde herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Ancak Pakistan’dan gelen açık uyarı dikkat çekicidir: “Eğer İran’a saldırılırsa, İsrail’e atomla karşılık veririz.” Bu açıklama, savaşın mezhepsel değil, stratejik bir blok çatışması olduğunu ve Müslüman ülkelerin kolektif bir reaksiyon geliştirme eşiğinde olduğunu göstermektedir.

    5. TÜRKİYE: TARAFSIZLIĞIN SİYASAL DİLİ VE AHLAKİ TAVRI

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız” açıklaması, Türkiye’nin askeri angajman içine girmeden diplomatik manevra alanını korumaya çalıştığını göstermektedir. Ancak kamuoyuna yönelik “katil İsrail” çıkışı, diplomatik tarafsızlıkla vicdani tavır arasındaki dengeyi ustalıkla kurma çabasını yansıtmaktadır.

    Türkiye bu pozisyonuyla hem Batı nezdinde yapıcı aktör rolünü oynamakta, hem de İslam dünyasında ahlaki liderlik iddiasını korumaktadır.

    SONUÇ: BİR SAVAŞIN ÖTESİNDE, BİR SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ MÜ?

    İsrail–İran savaşı artık yalnızca bir askeri çatışma değil; teknolojik mitlerin çöküşü, nükleer eşiklerin tartışılması, bölgesel dengelerin kırılması ve küresel blokların yeniden yapılanması anlamına gelmektedir. Demir Kubbe’nin teknik olarak çökmesi, İran’ın stratejik manevraları, Çin ve Rusya’nın gölgeli pozisyonları, Pakistan’ın kırmızı çizgisi ve Türkiye’nin diplomatik tavrı bir araya geldiğinde; bu savaş, 21. yüzyılın “karanlık dönüm noktalarından biri” olarak tarihe geçmeye adaydır.

    KAYNAKÇA

    1. Anadolu Ajansı – “Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız.”

    https://v.aa.com.tr/3600534

    2. Anadolu Ajansı – “İran, İsrail’e füze ve kamikaze İHA’larla saldırdı.”

    https://v.aa.com.tr/3600582

    3. SonDakika.com – “İran-İsrail savaşında 5. gün: Demir Kubbe arızalandı, füzeler Tel Aviv’e düştü.”

    https://www.sondakika.com/dunya/haber-iran-israil-savasinda-5-gun-demir-kubbe-18754801

    4. SonDakika.com – “Trump, Ulusal Güvenlik Konseyi’ni Beyaz Saray’da topluyor.”

    https://www.sondakika.com/politika/haber-trump-g7-zirvesi-nden-erken-ayriliyor-18754774

    5. Al Jazeera – Middle East Nuclear Capabilities Analysis (2024)

    DEMİR KUBBE’NİN ARDINDAKİ GERÇEK: İSRAİL–İRAN SAVAŞINDA TAKTİK KIRILMA VE KÜRESEL STRATEJİK HESAPLAŞMA

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    DEMİR KUBBE: TEKNOLOJİ MİTİNİN DAĞILIŞI

    Savaşın ilk saatlerinde dahi dünya medyasına %95 oranında başarılı diye servis edilen Demir Kubbe hava savunma sistemi, beşinci gün itibarıyla sorgulanan bir teknolojiye dönüşmüştür. Tel Aviv dahil olmak üzere İsrail’in merkezine düşen füzeler, sistemin gerçek etkinliğinin %60’ın altına gerilediğini göstermiştir…

    Üstelik İsrail’in hava savunma algoritmasında meydana gelen ani yön değişiklikleri, bazı önleme füzelerinin hedefini şaşırarak kendi sistemine çarpmasına ve kendini imha etmesine yol açmıştır.

    ÇİN VE RUSYA: GÖRÜNMEYEN CEPHENİN GÖLGESİ

    Son günlerde bazı uluslararası medya organlarında yer alan ve sosyal medyada da dolaşıma giren haberlere göre; Çin ve Rusya menşeli olduğu öne sürülen bazı kargo uçaklarının İran’a iniş yaptığı iddia edilmiştir. Ancak bu bilgiler resmi makamlarca doğrulanmamış, henüz teyide muhtaç veriler düzeyinde kalmıştır…

    Dolayısıyla bu gelişmeler, Ortadoğu’daki krizin yalnızca bölgesel değil, çok merkezli ve çok aktörlü bir vekâlet savaşı niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır.

    G7 ZİRVESİ: DİPLOMATİK PERDE ARKASI

    G7 Zirvesi’nde alınan kararlar ve hemen ardından Beyaz Saray’da toplanan ABD Ulusal Güvenlik Konseyi, Batı cephesinde İsrail’e yönelik hem siyasi hem askeri destek planlarının görüşüldüğüne işaret etmektedir.

    NÜKLEER İKİYÜZLÜLÜK VE PAKİSTAN’IN AÇIK MESAJI

    İsrail’in 80–90 civarında nükleer başlığa sahip olduğu uluslararası çevrelerce bilinmesine rağmen, bu durum sessizlikle karşılanmaktadır. Buna karşılık, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri, “küresel tehdit” olarak ilan edilmiştir…

    Pakistan’dan gelen açık uyarı dikkat çekicidir: “Eğer İran’a saldırılırsa, İsrail’e atomla karşılık veririz.”

    TÜRKİYE: TARAFSIZLIĞIN SİYASAL DİLİ VE AHLAKİ TAVRI

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız” açıklaması, Türkiye’nin askeri angajman içine girmeden diplomatik manevra alanını korumaya çalıştığını göstermektedir.

    SONUÇ: BİR SAVAŞIN ÖTESİNDE, BİR SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ MÜ?

    İsrail–İran savaşı artık yalnızca bir askeri çatışma değil; teknolojik mitlerin çöküşü, nükleer eşiklerin tartışılması, bölgesel dengelerin kırılması ve küresel blokların yeniden yapılanması anlamına gelmektedir…

    KAYNAKÇA

    • Anadolu Ajansı – ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız.’ https://v.aa.com.tr/3600534

    • Anadolu Ajansı – ‘İran, İsrail’e füze ve kamikaze İHA’larla saldırdı.’ https://v.aa.com.tr/3600582

    • SonDakika.com – ‘İran-İsrail savaşında 5. gün: Demir Kubbe arızalandı, füzeler Tel Aviv’e düştü.’ https://www.sondakika.com/dunya/haber-iran-israil-savasinda-5-gun-demir-kubbe-18754801

    • SonDakika.com – ‘Trump, Ulusal Güvenlik Konseyi’ni Beyaz Saray’da topluyor.’ https://www.sondakika.com/politika/haber-trump-g7-zirvesi-nden-erken-ayriliyor-18754774

    • Al Jazeera – Middle East Nuclear Capabilities Analysis (2024)

  • DEMİR KUBBE’NİN ARDINDAKİ GERÇEK: İSRAİL–İRAN SAVAŞINDA TAKTİK KIRILMA VE KÜRESEL STRATEJİK HESAPLAŞMA

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    Ortadoğu’nun çıplak gerçeği, 21. yüzyılın en çok konuşulacak jeopolitik eşiklerinden birine sahne oluyor. İran’ın, İsrail’e yönelik füze ve kamikaze İHA saldırılarıyla başlayan beş günlük süreç, yalnızca bir çatışmayı değil; bir sistemin sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. İsrail’in simgesel güvenlik duvarı olan “Demir Kubbe”nin çöküşü, yalnızca askeri bir başarısızlık değil; Batı merkezli stratejik kurgunun açmazlarını da ifşa etmiştir.

    1. DEMİR KUBBE: TEKNOLOJİ MİTİNİN DAĞILIŞI

    Savaşın ilk saatlerinde dahi dünya medyasına %95 oranında başarılı diye servis edilen Demir Kubbe hava savunma sistemi, beşinci gün itibarıyla sorgulanan bir teknolojiye dönüşmüştür. Tel Aviv dahil olmak üzere İsrail’in merkezine düşen füzeler, sistemin gerçek etkinliğinin %60’ın altına gerilediğini göstermiştir.

    Bu düşüş yalnızca bir zafiyet değil, bir kırılmadır. Zira İran, saldırılarında klasik füze taktiğini aşarak savaş teknolojisinde “karmaşıklaştırılmış hedef bölme” stratejisini uygulamıştır. Füzeler, hedefe varmadan hemen önce insansız hava araçları (drone sürüsü) salmakta; bu da Demir Kubbe’yi öncelikli olarak bu İHA’lara kilitlemektedir. Asıl füzeler, bu kısa zaman aralığında sistemin kör kalan bölgesinden sızmaktadır.

    Üstelik İsrail’in hava savunma algoritmasında meydana gelen ani yön değişiklikleri, bazı önleme füzelerinin hedefini şaşırarak kendi sistemine çarpmasına ve kendini imha etmesine yol açmıştır. Bu durum, “teknolojinin kendi üstüne kapanması” olarak tanımlanabilecek nadir askeri başarısızlıklardan biridir.

    2. ÇİN VE RUSYA: GÖRÜNMEYEN CEPHENİN GÖLGESİ

    İsrail ile İran arasında devam eden sıcak çatışmanın ötesinde, küresel güçlerin pozisyonları da savaşın seyrini belirleyen önemli faktörlerden biri haline gelmiştir. Bu bağlamda, özellikle Çin ve Rusya’nın İran’a yönelik tutumu dikkatle izlenmektedir. Son günlerde bazı uluslararası medya organlarında yer alan ve sosyal medyada da dolaşıma giren haberlere göre; Çin ve Rusya menşeli olduğu öne sürülen bazı kargo uçaklarının İran’a iniş yaptığı iddia edilmiştir. Ancak bu bilgiler resmi makamlarca doğrulanmamış, henüz teyide muhtaç veriler düzeyinde kalmıştır.

    Buna rağmen söz konusu iddialar, savaşın yalnızca iki ülke arasında geçen bir askeri hesaplaşma değil, daha geniş bir küresel güçler dengesinin sahaya yansıması olduğuna dair kanaatleri güçlendirmektedir. Çin’in İran üzerindeki stratejik nüfuzu ve Rusya’nın diplomatik sessizliği, bu savaşta örtülü bir ittifak dinamiğinin zeminini göstermektedir.

    Dolayısıyla bu gelişmeler, Ortadoğu’daki krizin yalnızca bölgesel değil, çok merkezli ve çok aktörlü bir vekâlet savaşı niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır.

    3. G7 ZİRVESİ: DİPLOMATİK PERDE ARKASI

    G7 Zirvesi’nde alınan kararlar ve hemen ardından Beyaz Saray’da toplanan ABD Ulusal Güvenlik Konseyi, Batı cephesinde İsrail’e yönelik hem siyasi hem askeri destek planlarının görüşüldüğüne işaret etmektedir. Ancak diplomatik perde arkasında ciddi bir çıkmaz vardır: İsrail’e açık destek verilmesi durumunda, İran’ın bölgedeki vekil güçleri ve doğrudan karşılık riski tüm Körfez’i ateşe verebilir.

    4. NÜKLEER İKİYÜZLÜLÜK VE PAKİSTAN’IN AÇIK MESAJI

    İsrail’in 80–90 civarında nükleer başlığa sahip olduğu uluslararası çevrelerce bilinmesine rağmen, bu durum sessizlikle karşılanmaktadır. Buna karşılık, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri, “küresel tehdit” olarak ilan edilmiştir. Bu durum, Batı’nın nükleer silah politikasındaki derin ikiyüzlülüğü bir kez daha gözler önüne sermektedir.

    İran cephesinden doğrudan “atom bombası kullanırız” yönünde herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Ancak Pakistan’dan gelen açık uyarı dikkat çekicidir: “Eğer İran’a saldırılırsa, İsrail’e atomla karşılık veririz.” Bu açıklama, savaşın mezhepsel değil, stratejik bir blok çatışması olduğunu ve Müslüman ülkelerin kolektif bir reaksiyon geliştirme eşiğinde olduğunu göstermektedir.

    5. TÜRKİYE: TARAFSIZLIĞIN SİYASAL DİLİ VE AHLAKİ TAVRI

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız” açıklaması, Türkiye’nin askeri angajman içine girmeden diplomatik manevra alanını korumaya çalıştığını göstermektedir. Ancak kamuoyuna yönelik “katil İsrail” çıkışı, diplomatik tarafsızlıkla vicdani tavır arasındaki dengeyi ustalıkla kurma çabasını yansıtmaktadır.

    Türkiye bu pozisyonuyla hem Batı nezdinde yapıcı aktör rolünü oynamakta, hem de İslam dünyasında ahlaki liderlik iddiasını korumaktadır.

    SONUÇ: BİR SAVAŞIN ÖTESİNDE, BİR SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ MÜ?

    İsrail–İran savaşı artık yalnızca bir askeri çatışma değil; teknolojik mitlerin çöküşü, nükleer eşiklerin tartışılması, bölgesel dengelerin kırılması ve küresel blokların yeniden yapılanması anlamına gelmektedir. Demir Kubbe’nin teknik olarak çökmesi, İran’ın stratejik manevraları, Çin ve Rusya’nın gölgeli pozisyonları, Pakistan’ın kırmızı çizgisi ve Türkiye’nin diplomatik tavrı bir araya geldiğinde; bu savaş, 21. yüzyılın “karanlık dönüm noktalarından biri” olarak tarihe geçmeye adaydır.

    KAYNAKÇA

    1. Anadolu Ajansı – “Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız.”

    https://v.aa.com.tr/3600534

    2. Anadolu Ajansı – “İran, İsrail’e füze ve kamikaze İHA’larla saldırdı.”

    https://v.aa.com.tr/3600582

    3. SonDakika.com – “İran-İsrail savaşında 5. gün: Demir Kubbe arızalandı, füzeler Tel Aviv’e düştü.”

    https://www.sondakika.com/dunya/haber-iran-israil-savasinda-5-gun-demir-kubbe-18754801

    4. SonDakika.com – “Trump, Ulusal Güvenlik Konseyi’ni Beyaz Saray’da topluyor.”

    https://www.sondakika.com/politika/haber-trump-g7-zirvesi-nden-erken-ayriliyor-18754774

    5. Al Jazeera – Middle East Nuclear Capabilities Analysis (2024)

    DEMİR KUBBE’NİN ARDINDAKİ GERÇEK: İSRAİL–İRAN SAVAŞINDA TAKTİK KIRILMA VE KÜRESEL STRATEJİK HESAPLAŞMA

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    DEMİR KUBBE: TEKNOLOJİ MİTİNİN DAĞILIŞI

    Savaşın ilk saatlerinde dahi dünya medyasına %95 oranında başarılı diye servis edilen Demir Kubbe hava savunma sistemi, beşinci gün itibarıyla sorgulanan bir teknolojiye dönüşmüştür. Tel Aviv dahil olmak üzere İsrail’in merkezine düşen füzeler, sistemin gerçek etkinliğinin %60’ın altına gerilediğini göstermiştir…

    Üstelik İsrail’in hava savunma algoritmasında meydana gelen ani yön değişiklikleri, bazı önleme füzelerinin hedefini şaşırarak kendi sistemine çarpmasına ve kendini imha etmesine yol açmıştır.

    ÇİN VE RUSYA: GÖRÜNMEYEN CEPHENİN GÖLGESİ

    Son günlerde bazı uluslararası medya organlarında yer alan ve sosyal medyada da dolaşıma giren haberlere göre; Çin ve Rusya menşeli olduğu öne sürülen bazı kargo uçaklarının İran’a iniş yaptığı iddia edilmiştir. Ancak bu bilgiler resmi makamlarca doğrulanmamış, henüz teyide muhtaç veriler düzeyinde kalmıştır…

    Dolayısıyla bu gelişmeler, Ortadoğu’daki krizin yalnızca bölgesel değil, çok merkezli ve çok aktörlü bir vekâlet savaşı niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır.

    G7 ZİRVESİ: DİPLOMATİK PERDE ARKASI

    G7 Zirvesi’nde alınan kararlar ve hemen ardından Beyaz Saray’da toplanan ABD Ulusal Güvenlik Konseyi, Batı cephesinde İsrail’e yönelik hem siyasi hem askeri destek planlarının görüşüldüğüne işaret etmektedir.

    NÜKLEER İKİYÜZLÜLÜK VE PAKİSTAN’IN AÇIK MESAJI

    İsrail’in 80–90 civarında nükleer başlığa sahip olduğu uluslararası çevrelerce bilinmesine rağmen, bu durum sessizlikle karşılanmaktadır. Buna karşılık, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri, “küresel tehdit” olarak ilan edilmiştir…

    Pakistan’dan gelen açık uyarı dikkat çekicidir: “Eğer İran’a saldırılırsa, İsrail’e atomla karşılık veririz.”

    TÜRKİYE: TARAFSIZLIĞIN SİYASAL DİLİ VE AHLAKİ TAVRI

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız” açıklaması, Türkiye’nin askeri angajman içine girmeden diplomatik manevra alanını korumaya çalıştığını göstermektedir.

    SONUÇ: BİR SAVAŞIN ÖTESİNDE, BİR SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ MÜ?

    İsrail–İran savaşı artık yalnızca bir askeri çatışma değil; teknolojik mitlerin çöküşü, nükleer eşiklerin tartışılması, bölgesel dengelerin kırılması ve küresel blokların yeniden yapılanması anlamına gelmektedir…

    KAYNAKÇA

    • Anadolu Ajansı – ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bölgemizdeki krizlerin menfi etkilerinden ülkemizi inşallah uzakta tutacağız.’ https://v.aa.com.tr/3600534

    • Anadolu Ajansı – ‘İran, İsrail’e füze ve kamikaze İHA’larla saldırdı.’ https://v.aa.com.tr/3600582

    • SonDakika.com – ‘İran-İsrail savaşında 5. gün: Demir Kubbe arızalandı, füzeler Tel Aviv’e düştü.’ https://www.sondakika.com/dunya/haber-iran-israil-savasinda-5-gun-demir-kubbe-18754801

    • SonDakika.com – ‘Trump, Ulusal Güvenlik Konseyi’ni Beyaz Saray’da topluyor.’ https://www.sondakika.com/politika/haber-trump-g7-zirvesi-nden-erken-ayriliyor-18754774

    • Al Jazeera – Middle East Nuclear Capabilities Analysis (2024)

  • TEL AVİV’DEN WASHINGTON’A: SAVAŞ MASASINDA GÖLGE OYUNLARI VE TÜRKİYE’NİN STRATEJİK POZİSYONU

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    İsrail–İran savaşı yalnızca bir bölgesel çatışma değil, aynı zamanda küresel sistemin sınırlarını zorlayan bir sinir harbine dönüşmüştür. Tel Aviv’in harabeye dönmesi, İran füzelerinin sembolik değil doğrudan stratejik hedefleri vurduğunu ortaya koyarken, Beyaz Saray’daki Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısı savaşın geleceğinin artık masada değil, karanlık dehlizlerde şekillendiğine işaret etmektedir.

    1. TEL AVİV ÇÖKERKEN BEYAZ SARAY HAREKETE GEÇTİ

    14 Haziran gecesi, İran’ın 200’den fazla balistik füzeyle Tel Aviv, Hayfa ve çevresini vurması, İsrail’in “dokunulmaz” kabul edilen iç güvenlik doktrinini sarsmış, hava savunma sistemlerinin zaaflarını gözler önüne sermiştir. Demir Kubbe’nin başarısızlığı, yalnızca teknik değil, psikolojik bir çöküştür. Bu çöküşün ardından ABD Başkanı’nın G7 zirvesinden ani ayrılışı ve Washington’da olağanüstü toplantıya katılması, bu savaşın “küresel stratejik eşik” olduğunu teyit etmektedir.

    2. GİZLİ AJANDALAR: KİM KATILMADI, NEDEN?

    Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısına iki ismin katılmaması oldukça dikkat çekicidir: Başkan Yardımcısı J.D. Vance ve Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard. Gabbard’ın yokluğu, özellikle İran’ın nükleer silah üretmediğini ifade ettiği kongre konuşması sonrası, Beyaz Saray içindeki çatlakları ifşa etmektedir. Başkan Trump’ın “Umurumda bile değil” çıkışı, ABD yönetiminin artık delile değil, irade dayalı bir saldırı psikolojisine geçtiğini göstermektedir. ABD’nin savaş uçaklarına havada yakıt ikmali sağlayacak tanker uçaklarının bölgeye sevki, müdahalenin ilk sinyali olarak yorumlanabilir.

    3. FORDOW GÖLGESİNDE: TÜRKİYE’NİN KIRILMA NOKTASI

    İsrail’in hedefi olan Fordow Yakıt Zenginleştirme Tesisi, klasik bir nükleer tesis olmanın ötesinde jeopolitik bir satranç taşına dönüşmüştür. Sığınak delici bombalarla yapılması muhtemel bir operasyon, sadece İran’ın nükleer kapasitesini değil; Rusya, Çin ve Türkiye gibi bölgesel aktörlerin pozisyonunu da test edecektir. Türkiye Güvenlik Konseyi’nin olası bir savaş kararında izleyeceği rota, NATO taahhütleri ile bölgesel hassasiyetler arasında sıkışacaktır.

    Türkiye, 2003 Irak müdahalesinde olduğu gibi, bir kez daha bir “tampon ülke” olarak değil, “denge ülkesi” olarak öne çıkmalıdır. Zira bu savaşın yayılması, sadece enerji güvenliğini değil, göç dalgası, ticaret rotaları, savunma bütçeleri ve iç güvenlik önceliklerini doğrudan etkileyecektir.

    4. KİM DAHİL OLUR, KİM UZAK DURUR?

    Savaşın büyümesi halinde:

    • Dahil olabilirler: ABD (hava desteği, istihbarat), İngiltere, Fransa (lojistik), İsrail, Suudi Arabistan (sınırlı destek).

    • Uzak durabilirler: Rusya (arabuluculuk), Çin (enerji dengesi), Türkiye (diplomatik çözüm arayışı), Almanya (iç kamuoyu baskısı).

    Ancak en dikkat çekici senaryo, bazı ülkelerin savaşta aktif rol almadan “lojistik gölge destek” sağlamasıdır. Bu, bir tür “hibrit savaş koalisyonu” doğurabilir.

    5. GÖRÜNMEYEN CEPHELER: EKONOMİ, GÖÇ, BİLGİ SAVAŞI

    Bu savaş yalnızca füzelerle değil; kripto piyasaları, enerji borsaları ve sosyal medya dezenformasyonu üzerinden de yürütülmektedir. Tel Aviv’de yıkılan binaların görüntüsüyle aynı anda CNN, Fox, El Cezire ve Rusya Today ekranlarında farklı anlatılar dolaşıma sokulmuştur. Türkiye, bu çok katmanlı algı savaşına karşı bilgi güvenliğini artırmak zorundadır.

    Göç açısından ise, İran’dan Ermenistan ve Türkiye’ye yönelen göçmen dalgası, sadece insani değil siyasi manipülasyona da açık bir alandır. Bu dalganın PKK-YPG gibi terör örgütleri tarafından da kullanılabileceği, istihbarat birimlerince göz önünde bulundurulmalıdır.

    SONUÇ: TÜRKİYE NE YAPMALI?

    1. Diplomasi Alanı Açılmalı: Türkiye, savaşa taraf değil, çözüm üretici olarak girmelidir. İran ve İsrail’e eşit uzaklıkta, ama küresel sistemin meşruiyet zeminine yakın durmalıdır.

    2. Savunma Güçleri Hazır Olmalı: Hava sahası ihlalleri, siber saldırılar ve mülteci akınına karşı çok boyutlu bir savunma planı hazırlanmalıdır.

    3. Bilgi Güvenliği ve Kamuoyu Dengesi: Algı operasyonları karşısında kamuoyunun şeffaf bilgiyle buluşması sağlanmalı; ulusal birlik dili yeniden inşa edilmelidir.

    4. Ekonomik Kriz Senaryoları Gözden Geçirilmeli: Enerji tedarik zincirleri ve kur dalgalanmalarına karşı Merkez Bankası ve Ticaret Bakanlığı düzeyinde eş zamanlı senaryo yönetimi başlatılmalıdır.

    Bu savaş, yalnızca Ortadoğu’da değil, başkentlerin karanlık odalarında, medya serverlarında ve dijital borsa algoritmalarında da sürmektedir. Türkiye’nin bu çok cepheli savaşta tarafı değil, aklı temsil eden stratejik güç olması hayati önem taşımaktadır.

    KAYNAKÇA

    1. CNN Türk, Yunus Paksoy’un Washington bağlantısı, 14.06.2025

    2. Ahaber.com.tr, “Tel Aviv Harabeye Döndü!”, 14.06.2025

    3. The Jerusalem Post, “Fordow and the Shadow Strike”, 13.06.2025

    4. Al Jazeera English, “Iran–Israel Conflict Escalates”, 14.06.2025

    5. TRT World, “Turkey’s Position Amid Middle East Tensions”, 15.06.2025

    6. Brookings Institution, “US Middle East Strategy: Deterrence or Engagement?”, Haziran 2025

    7. NATO StratCom, “Hybrid Warfare in the Digital Age”, 2024.                              

    TEL AVIV’DEN WASHINGTON’A: SAVAŞ MASASINDA GÖLGE OYUNLARI VE TÜRKİYE’NİN STRATEJİK POZİSYONU

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    İsrail–İran savaşı yalnızca bir bölgesel çatışma değil, aynı zamanda küresel sistemin sınırlarını zorlayan bir sinir harbine dönüşmüştür. Tel Aviv’in harabeye dönmesi, İran füzelerinin sembolik değil doğrudan stratejik hedefleri vurduğunu ortaya koyarken, Beyaz Saray’daki Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısı savaşın geleceğinin artık masada değil, karanlık dehlizlerde şekillendiğine işaret etmektedir.

    1. TEL AVİV ÇÖKERKEN BEYAZ SARAY HAREKETE GEÇTİ

    14 Haziran gecesi, İran’ın 200’den fazla balistik füzeyle Tel Aviv, Hayfa ve çevresini vurması, İsrail’in “dokunulmaz” kabul edilen iç güvenlik doktrinini sarsmış, hava savunma sistemlerinin zaaflarını gözler önüne sermiştir. Demir Kubbe’nin başarısızlığı, yalnızca teknik değil, psikolojik bir çöküştür. Bu çöküşün ardından ABD Başkanı’nın G7 zirvesinden ani ayrılışı ve Washington’da olağanüstü toplantıya katılması, bu savaşın “küresel stratejik eşik” olduğunu teyit etmektedir.

    2. GİZLİ AJANDALAR: KİM KATILMADI, NEDEN?

    Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısına iki ismin katılmaması oldukça dikkat çekicidir: Başkan Yardımcısı J.D. Vance ve Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard. Gabbard’ın yokluğu, özellikle İran’ın nükleer silah üretmediğini ifade ettiği kongre konuşması sonrası, Beyaz Saray içindeki çatlakları ifşa etmektedir. Başkan Trump’ın “Umurumda bile değil” çıkışı, ABD yönetiminin artık delile değil, irade dayalı bir saldırı psikolojisine geçtiğini göstermektedir. ABD’nin savaş uçaklarına havada yakıt ikmali sağlayacak tanker uçaklarının bölgeye sevki, müdahalenin ilk sinyali olarak yorumlanabilir.

    3. FORDOW GÖLGESİNDE: TÜRKİYE’NİN KIRILMA NOKTASI

    İsrail’in hedefi olan Fordow Yakıt Zenginleştirme Tesisi, klasik bir nükleer tesis olmanın ötesinde jeopolitik bir satranç taşına dönüşmüştür. Sığınak delici bombalarla yapılması muhtemel bir operasyon, sadece İran’ın nükleer kapasitesini değil; Rusya, Çin ve Türkiye gibi bölgesel aktörlerin pozisyonunu da test edecektir. Türkiye Güvenlik Konseyi’nin olası bir savaş kararında izleyeceği rota, NATO taahhütleri ile bölgesel hassasiyetler arasında sıkışacaktır.

    4. KİM DAHİL OLUR, KİM UZAK DURUR?

    Savaşın büyümesi halinde:
    – Dahil olabilirler: ABD (hava desteği, istihbarat), İngiltere, Fransa (lojistik), İsrail, Suudi Arabistan (sınırlı destek).
    – Uzak durabilirler: Rusya (arabuluculuk), Çin (enerji dengesi), Türkiye (diplomatik çözüm arayışı), Almanya (iç kamuoyu baskısı).

    5. GÖRÜNMEYEN CEPHELER: EKONOMİ, GÖÇ, BİLGİ SAVAŞI

    Bu savaş yalnızca füzelerle değil; kripto piyasaları, enerji borsaları ve sosyal medya dezenformasyonu üzerinden de yürütülmektedir. Tel Aviv’de yıkılan binaların görüntüsüyle aynı anda CNN, Fox, El Cezire ve Rusya Today ekranlarında farklı anlatılar dolaşıma sokulmuştur. Türkiye, bu çok katmanlı algı savaşına karşı bilgi güvenliğini artırmak zorundadır.

    SONUÇ: TÜRKİYE NE YAPMALI?

    1. Diplomasi Alanı Açılmalı
    2. Savunma Güçleri Hazır Olmalı
    3. Bilgi Güvenliği ve Kamuoyu Dengesi
    4. Ekonomik Kriz Senaryoları Gözden Geçirilmeli

    KAYNAKÇA

    1. CNN Türk, Yunus Paksoy’un Washington bağlantısı, 14.06.2025
    2. Ahaber.com.tr, “Tel Aviv Harabeye Döndü!”, 14.06.2025
    3. The Jerusalem Post, “Fordow and the Shadow Strike”, 13.06.2025
    4. Al Jazeera English, “Iran–Israel Conflict Escalates”, 14.06.2025
    5. TRT World, “Turkey’s Position Amid Middle East Tensions”, 15.06.2025
    6. Brookings Institution, “US Middle East Strategy: Deterrence or Engagement?”, Haziran 2025
    7. NATO StratCom, “Hybrid Warfare in the Digital Age”, 2024

  • DEVLETİN KALKANI, MİLLETİN KILICI: BAHÇELİ’NİN HATTI, TÜRKİYE’NİN AKLI

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    Bir devletin savunması, sadece ordusuyla değil, aklıyla olur. Bir milletin bekası, yalnızca sınırlarla değil, hafızasıyla korunur. Bugün Türkiye; hem sınırlarının dışında hem içindeki kuşatmayla mücadele ederken, bu mücadelenin en stratejik cephesinde siyasi liderlik ve ahlaki dirayet vardır. Ve bu noktada, Sayın Devlet Bahçeli’nin liderliği, İsmet Büyükataman’ın kararlılığı, devletin aklıyla milletin direnişi arasındaki bağın adıdır.

    Çünkü mesele yalnızca iktidarda kalmak değil; devletin yıkım planlarını bozmak, milletin vicdanına sahip çıkmak ve gelecek kuşaklara yön gösterebilmektir.

    1. BİR DEVLET, HANGİ İRADEYLE AYAĞA KALKAR?

    Küresel sistem, Türkiye’yi “kontrol edilebilir” bir bölgesel aktöre dönüştürmek isterken, Sayın Devlet Bahçeli’nin ortaya koyduğu çizgi şuydu:

    “Boyun eğmeyen bir Türkiye, mazlumların yüreklerine umut, zalimlerin hesaplarına korkudur.”

    Bu yalnızca bir söylem değil, Türkiye’nin beka merkezli devlet stratejisidir. Milliyetçi Hareket Partisi, bu stratejinin hem siyasi kanadı hem de milli vicdanıdır.

    İşte bu yüzden Bahçeli’nin “Asırlık Birlik, Sonsuz Kardeşlik” teması, sadece teşkilat içi dayanışmayı değil, aynı zamanda Türk milletinin devletiyle kurduğu kadim bağı yeniden inşa eden tarihî bir eylemdir.

    2. BÜYÜKATAMAN’IN DİLİNDEN DEVLETİN VİCDANI

    Genel Sekreter İsmet Büyükataman’ın ifadesiyle:

    “Türk devletine ‘terörist’ diyenler, aslında terörün hamiliğini yapanlardır. Bizim durduğumuz yer, milletin geleceğidir.”

    Bu cümle; Batı’nın çifte standardını deşifre ettiği kadar, Türkiye’ye yönelen asimetrik saldırıların da ahlaki ifşasıdır.

    Bugün terörle mücadele eden değil, teröre karşı durduğu için hedef alınan bir devletten söz ediyoruz. O hâlde, bu devletin yanında olmak, artık siyasi bir tercih değil; ahlaki bir zorunluluktur.

    3. HARİTALARIN ÖTESİNDE YÜRÜYEN BİR MİLLET

    İran–İsrail savaşıyla başlayan küresel kaos, yalnızca Gazze’yi değil, Ankara’yı da hedef alan senaryolarla doludur. Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları, “hukuk dışı” gösterilirken; İsrail’in Filistin’deki soykırımı, görmezden gelinmektedir.

    İşte tam bu noktada, Sayın Devlet Bahçeli’nin sesi, milletin sesi olmuştur:

    “Bu coğrafyada zalimler plan yapar, biz millet olarak kader yazarız.”

    Bu söz, sadece bir siyasi liderin beyanı değil; tarihi kodları harekete geçiren bir uyanıştır.

    4. KOMPLO TEORİSİ Mİ, STRATEJİK GERÇEK Mİ?

    Soru şu: Türkiye neden her adımda hedefte?

    Çünkü bu ülke:

     • IMF’siz büyüyor,

     • Savunma sanayini millileştiriyor,

     • NATO’da ama iradesi bağımsız,

     • Rusya, Çin, Türk dünyası ve İslam coğrafyasıyla yeni ittifaklar kuruyor.

    Bu tablo, küresel elitlerin mimarisinde boşluk oluşturuyor. O yüzden Türkiye, “otoriterlik” bahanesiyle hedefe konuluyor; “insan hakları” perdesiyle ambalajlanan operasyonlarla çevrelenmek isteniyor.

    Ve bu tabloyu ilk çözen, ilk dillendirenlerden biri MHP liderliği olmuştur. Özellikle İsmet Büyükataman’ın şu sözleri, bir stratejik uyarı olarak tarihe geçmiştir:

    “Türkiye’ye yönelen saldırı, yalnızca sınırlarımızı değil, aklımızı, ahlakımızı ve aidiyetimizi hedef almaktadır.”

    5. SESSİZ YIKIMLARA KARŞI SESLİ DİRENİŞ

    Batı destekli vakıflar, medya kartelleri ve sözde düşünce kuruluşları, içerideki bazı siyasal yapılarla iş birliği hâlinde; “devleti kriminalize etme”, milleti itibarsızlaştırma ve devlet-millet bağını koparma hedefindedir.

    İşte bu noktada, Milliyetçi Hareket Partisi’nin teşkilat disiplini ve ideolojik bütünlüğü, bu saldırıların panzehiri hâline gelmiştir. Çünkü bu teşkilat, bir siyasi partiden çok daha fazlasıdır:

    Devletin kılavuzu, milletin duvarıdır.

    Sayın Devlet Bahçeli ve Genel Sekreter Büyükataman’ın önderliğinde, MHP sadece “durduğu yer”le değil, tutturduğu yönle de Türkiye’nin stratejik pusulasıdır.

    Sonuç mu? Hayır, bu bir başlangıç.

    Türkiye diz çökmedi, çökemez. Çünkü bu millet, Selçuklu’dan Osmanlı’ya, oradan Cumhuriyet’e her kuşatma sonrası küllerinden doğmayı bilmiştir.

    Bugün o küllerin içinden değil, imanla yoğrulmuş bir istikametle yürüyoruz.

    Ve o istikametin adıdır: Bahçeli’nin hattı, Büyükataman’ın dili, Türk milletinin direnişidir.

    Kaynakça:

     1. Devlet Bahçeli, “Asırlık Birlik, Sonsuz Kardeşlik” Açıklamaları, Haziran 2025.

     2. İsmet Büyükataman, MHP Basın Toplantıları ve Grup Açıklamaları.

     3. Cengiz Genç, “Terörist Türkiye mi, Dirilen Milletin Devleti mi?” Makalesi.

     4. Cengiz Genç, “Demir Kubbe Çökerken: Küresel Vicdanın Son Kalesi Türkiye” Makalesi.

     5. Uluslararası medya analizleri, İran–İsrail Savaşı yorumları, X.com/MHP_Bilgi hesapları.

  • Petrol Üzerinden Kurgulanan Savaşın Anatomisi.                 Araştırmacı Yazar:           Cengiz Genç

    4- Boğaz Kapanırsa Dünya Susar — Küresel Enerji Fiyatlarına Etkisi

    Hürmüz Boğazı, her gün ortalama 20 milyon varil ham petrolün geçtiği, küresel enerji arzının yaklaşık yüzde 30’unun taşındığı, dünyanın en dar ve en stratejik deniz geçitlerinden biridir…

    5. Bölüm: Hürmüz Üzerinde Kurgulanan Komplo Teorileri ve Savaş Provokasyonları

    Hürmüz Boğazı yalnızca bir deniz geçidi değildir; aynı zamanda uluslararası komploların merkezinde dönen görünmez bir savaş alanıdır…

    6. Bölüm: Türkiye, Çin ve Rusya’nın Alternatif Enerji Hamleleri – Yeni Dengelerin Kurulması

    Hürmüz Boğazı çevresinde tırmanan kriz, yalnızca Batı’nın değil; Doğu blokunun da enerji stratejilerini yeniden yapılandırmasına yol açmıştır…

    7. Bölüm: Savaşın Gölgesinde Sigorta, Nakliye ve Deniz Ticaretinin Yeniden Kodlanışı

    Hürmüz Boğazı gibi stratejik bir geçidin savaş tehdidi altında bulunması, yalnızca enerji arzını değil; uluslararası ticaretin taşıyıcı sütunlarını da kökten etkilemektedir…

    8. Bölüm: Küresel Enerji Krizinde Türkiye’nin Yeri ve Fırsat Pencereleri

    Hürmüz Boğazı etrafında şekillenen küresel enerji krizi, Batı’nın enerji arz güvenliğini tehdit ederken; Türkiye gibi jeopolitik merkez ülkeler için eşsiz fırsatlar sunmaktadır…

    9. Bölüm

    Küresel Petrol Savaşlarının Tarihsel Arka Planı

    📍 Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    Petrol, 20. yüzyılın başından itibaren sadece bir enerji kaynağı değil; savaşların, darbelerin, haritaların ve rejimlerin yeniden şekillenmesinin temel itici gücü olmuştur. Modern tarihin önemli çatışmalarına bakıldığında, perde arkasında çoğu kez petrolün rolü ve paylaşımı bulunmaktadır.

    🔷 1. Petrol ve Savaş Arasında Kurulan Sistematik İlişki

    📌 1908: İran’da Anglo–Persian Oil Company’nin kurulması, İngilizlerin Basra Körfezi üzerindeki tahakkümünün başlangıcı sayılır.

    📌 1914: I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı toprakları üzerindeki İngiliz–Fransız planlarının temelinde Ortadoğu petrolü yer alır (Sykes–Picot Anlaşması).

    📌 1945: ABD Başkanı Roosevelt’in, Suudi Kralı Abdülaziz ile Quincy Gemisi’nde yaptığı görüşme, petrol karşılığında rejim güvencesi sözü verir.

    Petrol, burada yalnızca bir meta değil; dünya düzeninin belirleyici parametresi hâline gelmiştir.

    🔷 2. 1973 Petrol Krizi ve Yeni Dünya Dengesi

    1973 yılında Arap–İsrail Savaşı sonrası, OPEC ülkelerinin ABD’ye petrol ambargosu uygulamasıyla, dünya ilk küresel petrol şokunu yaşamıştır.

    Sonuçlar:

    • Ham petrol fiyatı 4 katına çıkmıştır.

    • ABD ve Avrupa’da ekonomik durgunluk ve enflasyon yaşanmıştır.

    • Stratejik petrol rezervleri fikri doğmuş, enerji güvenliği devlet politikası olmuştur.

    Bu olay, enerjinin jeopolitik değil; jeostratejik bir mesele hâline geldiğini dünyaya ilan etmiştir.

    🔷 3. Körfez Savaşları: Petrolün Silahlaştırılması

    📌 1990–91: Körfez Savaşı, Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesiyle başlamış; ABD’nin ana gerekçesi, petrol arzını güvence altına almak olmuştur.

    📌 2003: ABD’nin Irak işgali, kamuoyuna “kitle imha silahları” söylemiyle sunulmuş; ancak asıl hedefin Irak petrol rezervleri olduğu sonraki yıllarda ortaya çıkmıştır.

    Her iki savaşta da Hürmüz Boğazı üzerinden geçen petrol yolları NATO gemileri tarafından kontrol altına alınmış; enerji nakliyesi, askerî güvenlik gerekçesiyle Batılı şirketlerin denetimine girmiştir.

    🔷 4. Arap Baharı ve Enerji Jeopolitiği

    2011’den itibaren yaşanan Arap Baharı sürecinde Libya, Suriye ve Yemen gibi ülkelerde çıkan çatışmaların arkasında, sadece halk hareketleri değil; enerji transfer güzergâhları ve boru hatları da yer almaktadır.

    Özellikle:

    • Libya’da çıkan iç savaş sonrası, petrol üretimi Batılı şirketlerce paylaşılmıştır.

    • Suriye’de ABD’nin kuzeydoğudaki petrol bölgelerini işgal ettiği görülmüştür.

    • Yemen’deki iç savaş, Bab el-Mandeb Boğazı üzerindeki enerji geçişini tehdit etmektedir.

    Bu gelişmeler, Hürmüz Boğazı gibi geçitlerin neden sürekli gündemde tutulduğunu göstermektedir.

     Bugünden Geleceğe: Petrol Savaşlarının Evrimi

    Petrol savaşları artık yalnızca tanklarla değil; finansal spekülasyonlar, dijital enerji borsaları, sigorta şirketleri ve siber saldırılarla yürütülmektedir.

    → İran’a uygulanan ambargolar,

    → Rusya’ya uygulanan enerji yaptırımları,

    → Venezuela’nın sistem dışına itilmesi,

    hepsi birer yeni nesil enerji savaşı biçimi olarak okunmalıdır.

    📌 “Yeni dünya savaşları; enerji rotaları, para akışları ve medya manipülasyonları üzerinden sessizce yürütülmektedir.”

    🧠 Sonuç

    Petrol; yalnızca yerin altındaki zenginlik değil, sistemin kalbindeki egemenlik aracıdır.

    Küresel düzlemde her savaş, her kriz ve her darbe; çoğu kez enerji denklemiyle açıklanabilir.

    Ve Hürmüz Boğazı bu denklemin en dar ama en ölümcül satırıdır.

    10. Bölüm

    Dij

    Dijital Enerji Borsaları ve Petroyuandan Petrokritoya Geçiş

    📍 Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    Petrol yüzyıllar boyunca fiziksel olarak yeraltından çıkarılıp, tankerlerle taşınan bir meta olarak görülmüştür. Ancak 21. yüzyılın ikinci çeyreğine girerken enerji artık dijital borsalarda fiyatlanan, algoritmalarla işlem gören, kripto altyapılarla kodlanan bir ‘sanal tahakküm aracı’ hâline gelmektedir.

    🔷 1. Petrodolardan Petroyuana: Küresel Ticaretin Dönüşümü

    Yüzyıllardır süregelen petrol–dolar ilişkisi (petrodolar sistemi), ABD’nin küresel hegemonyasını destekleyen en güçlü yapısal dayanaklardan biriydi. Ancak bu yapı çatırdamaktadır:

    • Çin, ithal ettiği petrolün bir bölümünü yuan ile fiyatlandırmaya başlamıştır.

    • Şanghay Uluslararası Enerji Borsası, petroyuan sisteminin kurumsal altyapısını kurmuştur.

    • Rusya, İran ve bazı Afrika ülkeleriyle yapılan anlaşmalarda dolar devre dışı bırakılmıştır.

    📍 Bu gelişmeler, enerji piyasasında para biriminin politik egemenlikle eşlendiği yeni bir dönemi başlatmaktadır.

    🔷 2. Dijital Enerji Borsaları: Fiyat Değil, Güç Kodlaması

    Enerji artık yalnızca borsalarda alınıp satılan bir meta değil; aynı zamanda bilişim altyapısıyla denetlenen bir jeopolitik parametre hâline gelmiştir.

    • Enerji ticareti, blokzincir (blockchain) temelli sistemlerde güvenli, hızlı ve izlenebilir hâle getirilmektedir.

    • Avrupa’da kurulan “Power Exchange Central Europe”, dijital doğalgaz takasıyla ABD LNG’sini fiyatlamaktadır.

    • Türkiye’deki EPİAŞ gibi platformlar, dijitalleşmeye uyum sağlamakta ve yerli enerji borsası algoritmaları üzerinde çalışmaktadır.

    Bu borsalar yalnızca fiyat belirlemez; aynı zamanda kimin hangi kaynağa hangi şartla erişeceğine dair dijital politikalar üretir.

    🔷 3. Petrokrito: Enerjinin Kriptoyla Kodlanması

    Son beş yılda ortaya çıkan kavramlardan biri de petrokritodur. Yani enerji ticaretinin kripto paralarla veya merkez bankası destekli dijital paralarla yürütülmesi:

    • Venezuela, “PetroCoin” adını verdiği devlet destekli dijital parayı piyasaya sürdü.

    • BAE ve Suudi Arabistan, dijital riyal ve dijital dirhem projeleriyle enerji ticaretinde kripto altyapıya geçiş planlamaktadır.

    • Çin’in “e-yuan” projesi, enerji ticareti için özel programlanmış dijital para birimi üretmektedir.

    Bu gelişmeler, enerji savaşlarını artık sadece tank ve tüfekle değil; kod ve algoritmalarla yapılır hâle getirmektedir.

    🔷 4. Enerji ve Siber Güvenlik: Dijital Darbeler Devri

    Dijital enerji borsalarının yaygınlaşması, aynı zamanda enerji altyapılarının siber saldırılara daha açık hâle gelmesini de beraberinde getirmiştir.

    • 2021 yılında ABD’deki Colonial Pipeline’a yapılan siber saldırı, birkaç saat içinde benzin fiyatlarını %12 artırmıştır.

    • İran’ın enerji santrallerine yönelik İsrail destekli olduğu iddia edilen yazılımla yapılan saldırılar, ülkeyi saatlerce elektriksiz bırakmıştır.

    • Rusya–Ukrayna savaşında, enerji şebekelerine yönelik dijital sabotajlar, topyekûn savaş kadar etkili olmuştur.

    📌 Bu tehditler, enerji güvenliğini yalnızca sahada değil; sunucularda ve yazılım satırlarında da korunması gereken bir savunma alanı hâline getirmiştir.

    🧠 Sonuç

    Petrolün geleceği; boru hatlarında değil, kablolarda ve dijital ağlarda yazılmaktadır.

    Petroyuandan petrokritoya geçiş, yalnızca ticari bir devrim değil; egemenlik, güvenlik ve para sistemleriyle entegre bir dijital paradigma değişimidir.

    Enerjinin artık sanal olduğu bir dünyada, savaşlar da kodlarla, fiyat algoritmalarıyla ve siber saldırılarla yürütülmektedir. Hurmuz_Bogazi_Elkitabi_Cengiz_Genc_Gorselli.docx Hürmüz Boğazı Elkitabı

    Petrol Üzerinden Kurgulanan Savaşın Anatomisi

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    Küresel Petrol Aktörleri ve Enerji Blokları

    Hürmüz Boğazı ve Kritik Geçitler

    Türkiye’nin Enerji Koridorları: TANAP – TürkAkım – Gabar – Karadeniz

  • 1. Petrodolardan Petroyuana: Küresel Ticaretin Dönüşümü

    Yüzyıllardır süregelen petrol–dolar ilişkisi (petrodolar sistemi), ABD’nin küresel hegemonyasını destekleyen en güçlü yapısal dayanaklardan biriydi. Ancak bu yapı çatırdamaktadır:

    • Çin, ithal ettiği petrolün bir bölümünü yuan ile fiyatlandırmaya başlamıştır.

    • Şanghay Uluslararası Enerji Borsası, petroyuan sisteminin kurumsal altyapısını kurmuştur.

    • Rusya, İran ve bazı Afrika ülkeleriyle yapılan anlaşmalarda dolar devre dışı bırakılmıştır.

    📍 Bu gelişmeler, enerji piyasasında para biriminin politik egemenlikle eşlendiği yeni bir dönemi başlatmaktadır.

    🔷 2. Dijital Enerji Borsaları: Fiyat Değil, Güç Kodlaması

    Enerji artık yalnızca borsalarda alınıp satılan bir meta değil; aynı zamanda bilişim altyapısıyla denetlenen bir jeopolitik parametre hâline gelmiştir.

    • Enerji ticareti, blokzincir (blockchain) temelli sistemlerde güvenli, hızlı ve izlenebilir hâle getirilmektedir.

    • Avrupa’da kurulan “Power Exchange Central Europe”, dijital doğalgaz takasıyla ABD LNG’sini fiyatlamaktadır.

    • Türkiye’deki EPİAŞ gibi platformlar, dijitalleşmeye uyum sağlamakta ve yerli enerji borsası algoritmaları üzerinde çalışmaktadır.

    Bu borsalar yalnızca fiyat belirlemez; aynı zamanda kimin hangi kaynağa hangi şartla erişeceğine dair dijital politikalar üretir.

    🔷 3. Petrokrito: Enerjinin Kriptoyla Kodlanması

    Son beş yılda ortaya çıkan kavramlardan biri de petrokritodur. Yani enerji ticaretinin kripto paralarla veya merkez bankası destekli dijital paralarla yürütülmesi:

    • Venezuela, “PetroCoin” adını verdiği devlet destekli dijital parayı piyasaya sürdü.

    • BAE ve Suudi Arabistan, dijital riyal ve dijital dirhem projeleriyle enerji ticaretinde kripto altyapıya geçiş planlamaktadır.

    • Çin’in “e-yuan” projesi, enerji ticareti için özel programlanmış dijital para birimi üretmektedir.

    Bu gelişmeler, enerji savaşlarını artık sadece tank ve tüfekle değil; kod ve algoritmalarla yapılır hâle getirmektedir.

    🔷 4. Enerji ve Siber Güvenlik: Dijital Darbeler Devri

    Dijital enerji borsalarının yaygınlaşması, aynı zamanda enerji altyapılarının siber saldırılara daha açık hâle gelmesini de beraberinde getirmiştir.

    • 2021 yılında ABD’deki Colonial Pipeline’a yapılan siber saldırı, birkaç saat içinde benzin fiyatlarını %12 artırmıştır.

    • İran’ın enerji santrallerine yönelik İsrail destekli olduğu iddia edilen yazılımla yapılan saldırılar, ülkeyi saatlerce elektriksiz bırakmıştır.

    • Rusya–Ukrayna savaşında, enerji şebekelerine yönelik dijital sabotajlar, topyekûn savaş kadar etkili olmuştur.

    📌 Bu tehditler, enerji güvenliğini yalnızca sahada değil; sunucularda ve yazılım satırlarında da korunması gereken bir savunma alanı hâline getirmiştir.

    🧠 Sonuç

    Petrolün geleceği; boru hatlarında değil, kablolarda ve dijital ağlarda yazılmaktadır.

    Petroyuandan petrokritoya geçiş, yalnızca ticari bir devrim değil; egemenlik, güvenlik ve para sistemleriyle entegre bir dijital paradigma değişimidir.

    Enerjinin artık sanal olduğu bir dünyada, savaşlar da kodlarla, fiyat algoritmalarıyla ve siber saldırılarla yürütülmektedir. Hurmuz_Bogazi_Elkitabi_Cengiz_Genc_Gorselli.docx Hürmüz Boğazı Elkitabı

    Petrol Üzerinden Kurgulanan Savaşın Anatomisi

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    Küresel Petrol Aktörleri ve Enerji Blokları

    Hürmüz Boğazı ve Kritik Geçitler

    Türkiye’nin Enerji Koridorları: TANAP – TürkAkım – Gabar – Karadeniz

  • nükleer strateji”, “İran iç siyaseti” ya da “ABD politik manevraları”İşte  kapsamlı, akademik analiz niteliğinde bir makale taslağı. “12 Günlük İran‑İsrail Savaşı” cephesiyle başlayıp, gün gün ilerledikçe stratejik, diplomatik ve komplo teorileriyle beyin jimnastiği yapacak şekilde planlandı:

    Cengiz Genç Araştırmacı yazar

    Giriş: “12 Günlük Savaş”ın Tanımı ve Çatışma Dinamikleri

    • Resmi olarak 13 Haziran 2025 günü İsrail, Operasyon Rising Lion kod adıyla İran’ın stratejik nükleer ve askeri altyapısına karşı önleyici hava saldırılarına başladı  .

    • Misilleme olarak İran, İsrail şehirlerine yüzlerce füze ve drone saldırısı düzenledi; çoğu İsrail hava savunması tarafından etkisiz hale getirildi ancak sivil kayıplar yaşandı .

    • Bu, tarafsız bir “12 günlük açık savaş” süreci olarak tanımlandı.

    Gün Gün Özet

    Gün 1 (13 Haziran)

    • İsrail, Natanz, Fordow, İsfahan gibi tesislere hava saldırısı düzenledi, yüksek rütbeli İranlı komuta kademesine ağır darbeler vurdu   .

    Gün 2–5

    • İran’ın yüzlerce füze ve dron saldırısı; bazı zayiat, büyük ölçüde hava savunması tarafından engellendi .

    • ABD ve İsrail’in nükleer tesislere yönelik vurgu ve medyatik gerilim.

    Gün 6–9

    • ABD, 21 Haziran’da İran’ın üç nükleer tesisine (Fordow, Natanz, İsfahan) yönelik hava operasyonu düzenledi  .

    • İran, ABD üssü olan Katar’daki Al‑Udeid’e sembolik bir füze saldırısı düzenleyerek misilleme yaptı  .

    Gün 10–12

    • ABD müdahalesiyle birlikte savaşın seyri değişti; hem İsrail hem İran stratejik hedef listelerini tamamlamaya odaklandı .

    • 23–24 Haziran’da Donald Trump, kademeli ateşkes ilan etti: önce İran, ardından İsrail silahları susacaktı .

    • Ancak, ateşkesten sonra da sahada füze ve bombardıman hareketliliği devam etti; özellikle İsrail’de Be’er Sheva’da can kaybı yaşandı  .

    Savaşın Kazananı Kim?

    • İsrail, nükleer altyapıyı hedefleyerek muazzam stratejik avantaj elde etti. İran’ın hava savunmasını ve komuta kademesini ciddi şekilde zayıflatmayı başardı .

    • İran, sembolik saldırılarla moral olarak ayakta kaldı, bölgede direniş ekseninden destek aldı ve ABD üslerine karşı caydırıcılığı gösterdi; fakat somut olarak büyük bir kazanım elde edemedi.

    • ABD (Trump yönetimi), iki tarafı ateşkes masasına getirdiğini iddia ederek diplomatik başarı sunmaya çalıştı.

    • Sonuç olarak: Net bir zaferden ziyade “şu aşamada İsrail’in stratejik üstünlüğü”, İran’ın ise diplomatik manevra kabiliyeti ön plana çıktı. Ancak çatışmanın kırılganlığı nedeniyle kazananının net olarak belirlenmesi zor.

    Ateşkesin Sebepleri: Stratejik, Ekonomik ve Diplomatik

    1. Stratejik Yorgunluk ve Ekonomik Baskı

    • İsrail sınırlarına yakın hasar sonrası moral düşüş, yüksek hava savunma maliyetleri ve ABD tarafından “ise göre tamamlanacak hedef” sözü sonrası operasyonu sonlandırdı .

    • İran’ın ise iç kargaşa; protestolar, artan maliyeti, halkın nükleer caydırıcı özlemine rağmen gerçek anlamda gerçek bir savaş sürdürme kapasitesi yoktu .

    2. Dış Müdahale ve Arabuluculuk

    • ABD, Qatar’ın kritik moderatörlük rolünü kullanarak süreci fiilen yönetti; Trump, iki tarafın ateşkes talebiyle geldiğini iddia etti .

    • Rusya ve Çin, gelişmeleri gözlemleyerek dengenin bozulmasını diplomatik zemine çekmeye çalıştı .

    3. Halk Baskısı ve Rejimsel Hesaplar

    • Hem İsrail’de hem İran’da kamu huzursuzluğu artıyordu. İran’da özellikle reformist kesimi bazı generallerin ateşkesi zorlaması olarak görüldü .

    • İsrail’de ‘uzun süreli savaş’ kimse için kabul edilebilir değildi.

    Komplo Teorileri ve Kestirimsel Akıl Yürütmeler

    • Trump’ın Kuzey Kore stratejisi paralelliği: Bir barış megafonu olarak Trump, ateşkesi kendi politik imajı için kullandı. Bazıları, “ABD’nin İran seçeneklerini sınırlamak” adına süreç içinde İran’a haber verildiğini iddia ediyor.

    • Rusya ve Çin…: Tetikleyici görünseler de içeride Katar ve ABD’nin manevralarıyla süreç dış güçlerle kurulan bir manipulasyona evrildi.

    • İran içindeki çatlak: Ateşkesin perde arkası İran’ın reformist elitlerinin baskısı ve İran parlamentosunun NPT’den çıkış tartışmaları ile şekillendi .

    • Derin aksiyon teorisi: Savaş sırasında İsrail’in bazı stratejik üst düzey elemanları ısrarla “devam et” baskısı yaparken, ABD’nin “hedeflere ulaşıldı” mesajıyla süreci çakıştırdığı da söyleniyor.

    Akademik Değerlendirme ve Gelecek Senaryoları

    1. Kısa Vadede Bölgesel Denge

    • İsrail, caydırıcılığı güçlendirdi. İran’ın nükleer anlamda zayıflatılması, iç karışıklık halindeki rejim dayanaklarını sarstı.

    2. Orta Vadede Diplomatik Riskler

    • İran’ın nükleer programını yeniden canlandırmaya başlaması, NPT’den çıkış tartışmaları; yaptırımların geri dönmesi mümkün.

    • İsrail-ABD arasındaki tansiyon, bu süreçteki askeri işbirliğiyle güçlense de uluslararası algı zayıflayabilir.

    3. Uzun Vadede Jeopolitik Yeniden Dizilim

    • Rusya ve Çin’in bu süreçten kazançlı çıkmak adına İran’ı konvert edilebilir bir vizyona sokmaları muhtemel.

    • Bölgesel “Axis of Resistance”in hassasiyeti artabilir; Hizbullah, Yemen’de Husi, Irak’taki Şii unsurlar yeniden hareketlenebilir.

    • ABD iç siyaseti, Trump ile birlikte bu müdahaleleri ‘politik zafer’ olarak pazarlamaya devam edebilir.

    Sonuç: Ortada Kim Kazandı?

    • Stratejik Zafer: İsrail (nükleer kapasite sabote edildi).

    • Diplomatik Manivela: ABD (Trump) ve Katar.

    • İran, ağır zayiatla gerileyip zaman kazansa da, rejimin geleceği uzun vadede belirsiz.

    • Kazanan, barış değil; bir stratejik dengelenme oldu. Her taraf kazandığını iddia ederken dünya kazanan olmadı.

  • NÜKLEER PERDENİN ARDINDA: BİLGİ SAVAŞLARINDA YAPAY ZEKÂ ÇAĞI

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    21. yüzyılın savaşları artık ne toprağa, ne de cepheye dairdir. Modern savaş, algoritmaların siper kazdığı, yapay zekânın hedef seçtiği ve bilgi akışının silah olarak kullanıldığı bir çağda yaşanıyor. 2025 Haziran’ında yaşanan ve tarihe “12 Günlük Savaş” olarak geçen İran–İsrail çatışması, nükleer korkularla başlayan, yapay zekâ tarafından yönlendirilen ve dünya ekonomisini tetikleyen bir simülasyondu. Bu savaş, fiziki yıkımdan çok stratejik mesajlar içeren ve tüm dünya için yeni güvenlik paradigmasını ortaya koyan bir dönüm noktası oldu.

    1. ALGIYLA YÖNETİLEN BİR NÜKLEER SAVAŞ PROVASI

    İsrail’in Fordow, Natanz ve İsfahan’daki İran nükleer tesislerine düzenlediği saldırılar, teknik olarak altyapıyı hedef alsa da esas amacı farklıydı: küresel bilinçaltında nükleer bir tehdit algısı oluşturmak. Bu noktada yapay zekânın rolü belirleyiciydi. Uydu analizleri, patlama görüntüleri ve “nükleer sızıntı” iddiaları; gerçek olup olmadığından bağımsız biçimde dijital ortamda dolaşıma sokuldu. Yapay zekâ ile üretilmiş sahte içerikler, hem İsrail kamuoyunda güvenlik endişesi oluşturdu hem de İran’ın bir tehdit olduğu izlenimini Batı medyasında güçlendirdi.

    Buradaki asıl başarı, fiziksel yok ediş değil; nükleer bir ülke olmadan nükleer tehdit gibi algılanmak ya da böyle algılatmaktı.

    2. İRAN’IN İÇİNDEKİ SAVAŞ: SİYASETİN NÜKLEERLEŞMESİ

    12 günlük savaşın İran cephesindeki en büyük etkisi, ülkedeki iç siyasal fay hatlarını yeniden tetiklemesi oldu. Devrim Muhafızları, krizi bir fırsata çevirerek iç güvenlik eksenli politikaları öne çıkardı. Reformist kesimler ise “ateşkes” çağrısı yaparak ekonomik iflasın eşiğinde olan halkı işaret etti. Savaşın 10. gününde Meclis’te NPT’den çıkış önerisi görüşüldü; aynı gün sokakta “Savaşa Hayır” eylemi bastırıldı. Buradaki kritik nokta şuydu:

    Yapay zekâ destekli sansür teknolojileri sayesinde, rejim karşıtı sesler dijital olarak görünmez hâle getirildi. İran, sadece fiziksel bir baskı uygulamadı; aynı zamanda sosyal medyada yapay zekâ ile kontrol edilen bot ağları ve algoritmik susturma teknikleriyle bilgi akışını yönetti.

    3. ABD’NİN SEÇİM PLANINDAKİ SAVAŞ

    Donald Trump’ın savaşı bitiren lider olarak öne çıkma çabası, yapay zekâ destekli iç politika mühendisliğiyle doğrudan bağlantılıydı. ABD’nin seçim döneminde dış politikada “başarı görüntüsü”ne ihtiyacı vardı. Trump’ın “Ben geldim, barış geldi” söylemi, geçmişte Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi bu kez İran-İsrail krizinde kurgulandı. Derin ABD, savaşın kısa sürmesini sağlayarak, iç kamuoyuna kontrollü bir “zafer algısı” sundu.

    Ancak daha derinde, bu süreçte kullanılan yapay zekâ tabanlı savaş simülasyonları sayesinde ABD savunma şirketlerinin hisseleri %15’e varan artışlar yaşadı. Lockheed Martin, Raytheon ve yapay zekâ destekli siber güvenlik firmaları milyarlarca dolarlık yeni sözleşmeler aldı.

    4. EKONOMİDE SAVAŞ: PETROL, ALTIN VE ALGORİTMALAR

    12 günlük savaş, enerji ve finans piyasalarını algoritmalar aracılığıyla yönlendiren bir “ekonomik harp” örneğiydi.

    • Brent petrol 89 dolardan 104 dolara,

    • Altın 2300 dolardan 2480 dolara çıktı.

    • Savaşın ilk 5 gününde MSCI Dünya Endeksi %3 geriledi.

    Yapay zekâ destekli borsa robotları (quant trading sistemleri), çatışmanın her yeni gelişmesini milisaniyelerle fiyatladı. Bu da gerçek zamanlı veri üzerinden kâr eden küresel hedge fonların işine yaradı. Savaşın kazananı, cephedeki asker değil; veri setlerini öngören algoritmalar oldu.

    5. YAPAY ZEKÂNIN YENİ CEPHESİ: ZİHİNLERDEKİ SAVAŞ

    Savaşın görünmeyen cephesi, bilgi ve algı alanıydı. Burada yapay zekânın üç kritik rolü öne çıktı:

    1. Yapay içerik üretimi (deepfake, sahte ses ve görüntü):

    – İranlı bir generalin “nükleer misilleme yapılacak” sözlerini içeren sahte bir video, savaşın 7. gününde yüz milyonlara ulaştı.

    2. Sosyal medya manipülasyonu:

    – 300 binden fazla bot hesap, İran veya İsrail lehine içerik yaydı. Her iki taraf da “dijital askerî istihbarat” araçlarını kullandı.

    3. Algoritmik susturma:

    – Tahran ve Tel Aviv merkezli muhalif haber kaynakları, yapay zekâ destekli dijital yavaşlatma (shadowban) uygulamalarıyla etkisiz hâle getirildi.

    Bu bağlamda, savaş artık bombalarla değil; bilgiyle, yapay zihinlerle ve gerçek dışı gerçekliklerle yapılıyor.

    6. YENİ DÜZENİN EŞİĞİNDE: SAVAŞ BİTMEDİ, BİÇİM DEĞİŞTİRDİ

    12 günlük savaş ne İran’ın çöküşüyle sonuçlandı ne de İsrail’in zaferiyle. ABD de bir barış mimarı değil, bir senaryo yazarı olarak sürecin içindeydi. Gerçekte olan şey şuydu:

    • Yapay zekâ destekli savaş pratiği denendi.

    • Nükleer olmayan bir savaşın nükleer gibi algılatılması sağlandı.

    • Küresel ekonomik tetikleyiciler test edildi.

    Bugün artık savaşın adı bile değişti. Artık:

    • Fiziksel değil, dijital cepheler var.

    • Ordular değil, algoritmalar savaşıyor.

    • Toprak değil, zihinler işgal ediliyor.

    SON SÖZ: ALGORİTMALARIN GÖLGESİNDE BARIŞ MÜMKÜN MÜ?

    İran–İsrail savaşının en çarpıcı sonucu şu soruyu gündeme getirdi:

    “Yapay zekâ barış getirebilir mi, yoksa savaşın en sinsi silahı mı?”

    12 günlük çatışma, aslında bir çağın provasını yaptı.

    Ve bu çağda artık tank sesi değil, dijital yankı belirleyici olacak.

    Nükleer bomba değil; bilginin kurgulanışı yeni kıyametin anahtarı olabilir.

    Kaynakça:

    • Anadolu Ajansı, “İran–İsrail Savaş Güncesi”, 13–24 Haziran 2025.

    • Bloomberg AI Finance, “How Algorithms Traded the Middle East Conflict”, 22.06.2025.

    • Wall Street Journal, “Trump announces ceasefire”, 24.06.2025.

    • The Guardian, “Digital Shadows of a Proxy War”, 21.06.2025.

    • Al Jazeera, “Cyber Intelligence in the Iran–Israel Conflict”, 20.06.2025.

    • OpenAI Global Security Brief, “The Role of AI in Regional Conflicts”, Haziran 2025.

  • KARDEŞLİĞİN HEDEF ALINDIĞI CEPHE: İRAN VE 12 GÜN SAVAŞI !!!

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    (Prof. Dr. İbrahim Öztek’in görüşlerinden derlenmiş ve yorumlanmıştır.)

    “Savaşta analar ağlar, kültürel varlıklar kül olur.” Bu söz, yalnızca duygusal bir sitem değil, tarihin her döneminde tekrarlanmış trajik bir gerçeğin çığlığıdır. Bugün bu çığlık; kadim medeniyetlerin kesişim noktası olan İran coğrafyasından, tarihsel kardeşliğin hedef alındığı bir cepheden yükseliyor.

    1. İran: Türk Tarihinin Coğrafyası

    İran; sınır komşumuz değil, aynı zamanda tarihsel belleğimizin bir parçasıdır. Cumhurbaşkanı ve dinî lideri Türk olan bu ülke, yaklaşık 45 milyon Türk’ün yaşadığı, Türk–İslam medeniyetinin kurucu unsurlarını taşıyan bir toprak parçasıdır. Prof. Dr. İbrahim Öztek’in de ifade ettiği gibi, bu coğrafyada Partlar, Sakalar, Medler, ardından Oğuzlar, Karahanlılar, Gazneliler, Büyük Selçuklu, Safevîler, Kaçarlar ve Avşarlar devlet kurmuş; Azerbaycan’dan Horasan’a, Tebriz’den Kirman’a kadar Türk irfanı mayalanmıştır.

    Perslerle Türkler bu topraklarda birbirine karışmış; İran iki milletin ortak vatana dönüşmüş mozaiği hâline gelmiştir. İran, bizim sadece geçmişimiz değil; bugünümüz ve yarınımızdır.

    2. Ortak Medeniyet ve Savaşçı Ruh

    İran halkı, tarih boyunca örf, anane, inanç ve mücadele ruhu bakımından Türklerle iç içe yaşamış; hem medrese hem de savaş meydanlarında aynı dualarla yola çıkmıştır. İran’ın devlet yapısı, kadim kültürü ve mukavemet gücü; İslam dünyasında nadir görülen bir süreklilik sunar.

    Ne var ki bugün bu süreklilik hedef alınmıştır. İran, yıllardır sürdürdüğü nükleer enerji yatırımlarıyla sadece teknolojik değil; aynı zamanda stratejik bağımsızlık kurmaya çalışmaktadır. Kurduğu reaktörler, yetiştirdiği bilim insanları ve altyapı projeleri, dış müdahale korkusuna karşı bir “direniş hattı” oluşturur niteliktedir.

    3. Nükleer Enerji Değil, Egemenlik Savaşı

    Dünyayı tahakküm altında tutmak isteyen küresel güçler – başta ABD ve İsrail – İran’ın nükleerleşme sürecini “barışa tehdit” olarak sunarken, gerçekte enerji merkezli bir egemenlik savaşı yürütmektedir. İran’ın petrol ve doğal gaz rezervleri bu çatışmanın görünen nedenidir; ancak asıl hedef, İran’ın bölgede bağımsız bir aktör olarak varlık göstermesini engellemektir.

    Bu savaşın adı “12 Gün” olabilir; ancak hedefi 12 yüzyıllık birikimi silmek ve bu coğrafyanın hafızasını yok etmektir.

    4. İsrail ve Sessiz Oyuncular

    İsrail, nükleer kapasitesini resmen açıklamasa da bölgedeki en güçlü nükleer devlettir. İran’ın bu dengeyi bozacak seviyeye gelmesini istememektedir. Bu nedenle İran hedef alınmakta, Batı medyası üzerinden karalama kampanyaları yürütülmektedir. Ancak asıl trajedi, bu savaşta İslam coğrafyasının sessizliği ve bazı komşu devletlerin bu zulme ortak olmasıdır.

    Bu sessizlik, gelecekte Türk dünyasına ve Anadolu’ya uzanacak daha büyük krizlerin habercisidir.

    5. Savaşın Kaybedeni: Ortak Vicdan

    Bombalar yalnızca hedefleri değil; tarihi, kültürü, vicdanı ve kardeşliği de hedef alır. Tahran’da düşen bir füze, sadece bir binayı yıkmaz; Selçuklu’nun mirasını, Safevî’nin irfanını, Kaçar’ın vakarını da kül eder. Aynı zamanda Türkmen, Azeri, Afşar, Kaçar ve Karapapak soyundan gelen milyonlarca insanı bir “şüpheli unsur” hâline getirir.

    Bugün İran’ın şehirlerinde ağlayan anneler, yalnızca İranlı değil; bizim analarımızdır. Küller altından çıkan her taş, bizim medeniyetimizdir. Eğer bu savaş devam ederse; kazanan taraf olmayacak, yalnızca emperyalizmin tezgâhı kazanacaktır.

    SONUÇ: AKLIN VE VİCDANIN BİRLİĞİ

    İran’ı yalnız bırakırsak; yarın Türkiye aynı yalnızlığa mahkûm edilir. Bugün İran’ın nükleer tesisleri hedefse, yarın Türkiye’nin madenleri, enerji kaynakları, savunma sanayii hedef alınacaktır. Bu nedenle mesele yalnızca İran meselesi değil, Türk ve İslam dünyasının kendi ayakları üzerinde durup duramayacağı meselesidir.

    Bizler, Anadolu irfanının çocukları olarak biliyoruz ki:

    “Kardeşlik, tehdit değil teminattır.”

    “Barış, nükleer silahla değil; kültürel ve tarihî bağların korunmasıyla sağlanır.”

    “Gerçek düşman; Türk’ü, Kürt’ü, Fars’ı birbirine kırdırmak isteyen küresel akıldır.”

    Bu savaşta tarafımız nettir:

    Ahlâk, adalet, tarihî bilinç ve kardeşlik hukuku.

    📌 Kaynaklar:

    1. Öztek, İ. (2024). Kardeş İran ve 12 Gün Savaşı. Anadolu Aydınlar Ocağı Yayınları.

    2. Genç, C. (2025). Türk Dünyasında Stratejik Kırılmalar ve Küresel Müdahale Planları. Özgün Makale.

    3. Keddie, N. R. (2006). Modern Iran: Roots and Results of Revolution. Yale University Press.

    4. Hunter, S. (2010). Iran’s Foreign Policy in the Post-Soviet Era. Praeger Security International.

    5. Türkiye Enerji ve Nükleer Strateji Derneği (TENSD). (2023). İran’ın Nükleer Programı ve Bölgesel Etkileri.

  • Nükleer Perdenin Ardındaki Zihin Savaşı”

    🖋 Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    2. Savaşın Yeni Biçimi:

     📊 Konvansiyonel çatışmadan yapay zekâ destekli bilgi savaşına geçiş

    3. Nükleer Algı:

     🧠 “Sahip olmadan tehdit yaratmak” stratejisi

    4. İran İç Siyaseti:

     ⚖ Reformcular vs. Devrim Muhafızları

    5. ABD Seçim Hamlesi:

     🇺🇸 Trump’ın barış fotoğrafı üzerinden yürüttüğü iç politika senaryosu

    6. Yapay Zekâ Cephesi:

     🤖 Sahte videolar, bot hesaplar, algoritmik sansür

    7. Ekonomideki Yankı:

     💹 Brent petrol, altın, savunma sanayi hisseleri nasıl değişti?

    8. Kazananlar & Kurgulayanlar:

     📈 Silah firmaları, yapay zekâ şirketleri, finansal aktörler

    9. Savaş Bitmedi, Biçim Değiştirdi:

     🔁 Dijital işgaller, algoritmik zaferler dönemi

    10. Kapanış Sorusu:

     🕊 “Yapay zekâ barış getirir mi, yoksa savaşı görünmez mi kılar?”

    Sunum formatı:

    • Her slayt sade, iki cümlelik içerik ve 1 anahtar kelimeyle verilecek

    • Görseller: Harita, uydu görüntüsü simülasyonu, yapay zekâ destekli savaş imgeleri

    • Renk teması: Siyah-gri-kırmızı (gölge, tehdit, strateji)

    📌 2. SOSYAL MEDYA DİZİSİ (X/Instagram için)

    Toplam: 10–12 gönderilik dizi

    Her biri 280 karakter altı, hashtag ve görsel destekli

    1.

    🔺 1. GÜN – 12 GÜNLÜK SAVAŞIN GÖLGESİ

    İsrail ve İran savaşı 12 gün sürdü, ancak gerçekte savaş çok daha derin bir alanda yaşandı: Algılarda.

    🧠💥 #YapayZekâ #İranİsrail

    2.

    🔺 NÜKLEER SESSİZLİK: ALGI BOMBASI

    Sahip olmadığın halde nükleer güce sahipmiş gibi görünmek… İran’ın stratejisi buydu.

    💣🤖 #NPT #Fordow

    3.

    🔺 İRAN’DA İÇ SAVAŞ

    Devrim Muhafızları savaşı sürdürmek isterken, reformcular halkın açlığını işaret etti.

    🇮🇷⚖ #Tahran

    4.

    🔺 ABD’DE BİR SEÇİM HAMLESİ

    Trump, savaşın sonunu getirerek “barış mimarı” kimliğini canlandırdı.

    🇺🇸🗳 #Trump2025

    5.

    🔺 YAPAY ZEKÂ CEPHESİ

    – Sahte videolar

    – Bot hesaplar

    – Algoritmik sansür

    Bu savaşta mermiler değil, kodlar konuştu.

    🤖🧠 #AIWarfare

    (… ve bu şekilde devam edecek)

    📌 3. İNFOKRAFİK (Tek sayfalık görsel afiş)

    Başlık:

    🎯 YAPAY ZEKÂNIN GÖLGESİNDE 12 GÜNLÜK SAVAŞ

    Bölümler:

    1. Tarih: 13–24 Haziran 2025

    2. Taraflar: İsrail 🇮🇱 vs. İran 🇮🇷

    3. Müdahil Aktörler: ABD, Çin, Rusya, Türkiye

    4. Nükleer Gerilim: Fordow – Natanz – İsfahan

    5. Yapay Zekâ Kullanımı:

     – Sahte içerik üretimi

     – Sosyal medya manipülasyonu

     – Borsa algoritmaları

    6. Ekonomik Etkiler:

     – Petrol: +15%

     – Altın: +8%

     – Savunma hisseleri: +12–18%

    7. Sonuç: “Savaş bitmedi, biçim değiştirdi”

  • KALKAN DEĞİL, KILICIZ: NÜKLEER SESSİZLİĞİN ARDINDAKİ TÜRKİYE

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    Ortadoğu’da 2025 yazında patlak veren İran–İsrail çatışması, alışılmış savaş kalıplarının ötesine geçti. Tanklar değil dronlar, ordular değil algoritmalar sahadaydı. Bu savaş, yalnızca iki ülkenin değil; küresel sistemin çatırdayan dengelerinin, istihbaratın, ekonominin ve teknolojinin bir araya geldiği yeni bir denklem sundu.

    İran’ın nükleer tesislerine yapılan saldırılar, İsrail’in balistik tehditlerle karşılık bulması ve nihayetinde Fordo’nun vurulmasıyla, dünya bir gerçeği yeniden fark etti: Nükleer sessizlik, en tehlikeli çığlıktır. Bu sessizlik içinde ise Türkiye gibi aktörler, kalkan olmakla yetinmiyor; gerektiğinde sahaya çıkan bir güç olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

    Türkiye bu süreçte yalnızca coğrafi konumu nedeniyle değil; istihbarat, enerji, diplomasi ve askeri strateji bakımından da kilit bir rol üstlendi. Sadece izleyen değil, denge kuran; sadece tepki veren değil, yönlendiren bir aktör olarak öne çıktı. ABD’nin bölgede yaşadığı prestij kaybı, Avrupa’nın sessizliği ve Rusya–Çin hattının pasif direnci içinde Türkiye, kendi eksenini kurarak bu savaşın görünmeyen yüzünde pozisyon aldı.

    Savaşın ilk günlerinde İsrail’in saldırıları dijital duvarlara çarparken, İran’ın verdiği karşılıklar “yıkım” değil ama “uyarı” taşıyordu. Saldırıların %50’sinin Demir Kubbe’yi deldiği rapor edildiğinde, savaşın gidişatı değişti. Bu, sadece İsrail’in savunma sistemine değil, küresel güvenlik mimarisine de bir mesajdı.

    Türkiye ise, kendi yol haritasını çizdi. Ne körü körüne bir taraf oldu, ne de edilgen kaldı. Diplomatik kanallar açık tutuldu, askeri hazırlıklar göz ardı edilmedi. NATO ile bağlarını koparmadan, kendi bölgesel reflekslerini geliştirdi. Çünkü bu savaş, sadece Ortadoğu’ya değil; Karadeniz’e, Akdeniz’e ve Orta Asya’ya da mesaj taşıyordu.

    Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’yi diz çöktürmek isteyen planların başarısız olduğu net şekilde görülmektedir. Enerji hatlarından savunma sanayine, istihbarat reflekslerinden yerli teknolojilere kadar uzanan dirayetli duruş, ülkeyi kırılgan değil; dirençli bir noktaya taşıdı. Türkiye artık bir “kalkan” değil, gerektiğinde vurucu bir “kılıç”tır.

    Bu tablo, yalnızca askeri değil; ekonomik, diplomatik ve teknolojik bir bağımsızlık vizyonunun ürünüdür. İran–İsrail savaşında görüldüğü gibi, yeni dünya düzeninde güç, toprağa değil bilgiye; askeri sayılara değil stratejik zekâya bağlıdır. Ve Türkiye bu yeni denklemi okumakta, yönlendirmekte kararlıdır.

    Kaynakça

    1. Anadolu Ajansı. “Fordo Tesisine Yönelik Saldırı Detayları”, 2025.

    2. NTV. “Demir Kubbe Sisteminin Zafiyetleri”, Haziran 2025.

    3. İsrail Savunma Bakanlığı Açıklamaları, 14–18 Haziran 2025.

    4. T.C. Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika Kurulu Raporları, 2025.

    5. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi (USAM) Analizleri, 2025.

  • NÜKLEER SESSİZLİĞİN ARDINDAKİ ÇIĞLIK: 12 GÜNLÜK SAVAŞTA KİM NEYİ KAZANDI?

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    21. yüzyıl savaşları artık meydanlarda değil; masa başında, ekranlarda ve ekonomik göstergelerde yaşanıyor. 2025 Haziran’ında başlayan 12 günlük İran–İsrail savaşı da bu gerçekliğin kanıtıydı. Görünürde füze saldırıları, hava operasyonları ve nükleer tesis hedeflemeleri vardı. Ancak derin planda; enerji koridorları, seçim hesapları, jeopolitik denge testleri ve algı savaşları işliyordu.

    Bu çatışmanın perde arkasını en net biçimde görenlerden biri, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli oldu. Açıklamalarında sıkça altını çizdiği gibi:

    “Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı, birliği, egemenliği ve tarihi müktesebatı her türlü mülahaza ve mütalaanın üstündedir.”

    Bu vurgunun sadece içerideki değil, dış politikadaki gelişmeleri de doğrudan okuyan bir devlet aklının ürünü olduğu açıktır.

    1. NÜKLEER TEHDİT DEĞİL, ALGI OPERASYONU

    İsrail’in İran’ın Fordow, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerini hedef alması, nükleer bir savaşın eşiğine gelindiği algısını oluşturdu. Ancak gerçek amaç, İran’ın “nükleer silaha ulaşan ülke” imajını köpürterek uluslararası toplumun dikkatini belirli bir hatta odaklamaktı.

    İsrail için bu operasyonlar, caydırıcılık değil; içeride siyasi denge sağlama aracıydı. İran ise bu oyunu tersine çevirdi. NPT’den çekilme resti, pazarlık gücünü artırma stratejisiydi. Bahçeli’nin şu sözü, bu tür senaryoların merkezinde kimin hedef alındığını ortaya koymaktadır:

    “Irak, Suriye ve İran’dan sonra hangi ülkenin gündemde olacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yoktur.”

    Bu açık hedef Türkiye’dir. Ve Türkiye, bu suni krizleri öngörebilen, tarihsel refleksi yüksek bir devlettir.

    2. İRAN’DAKİ ÇATIŞMA: SADECE SAVAŞ DEĞİL, REJİM İÇİ HESAPLAŞMA

    Savaş sadece İran’ın dış politikasında değil, iç siyasetinde de fay hatlarını tetikledi. Devrim Muhafızları savaş yanlısı bir çizgi izlerken, reformist blok ve sivil bürokrasi ekonomik çöküşü ön plana alarak ateşkesi savundu. Halk ise Tahran sokaklarında “Savaşa Hayır” diye haykırdı, ama bastırıldı.

    Bu durumun sadece İran’a özgü olmadığını ifade eden Bahçeli, iç dinamiklerin küresel tasarımlarla çatıştığını şu cümleyle özetlemiştir:

    “Mazlum milletlerin mukadderatına kast eden, iradelerine ipotek koyan, kimlik ve kültürlerini yok sayan bir dayatma siyaseti her cephede sinsice devrededir.”

    İran bu dayatmanın ilk halkasıydı. Türkiye ise sıraya alınmış ülke olarak teyakkuzdadır.

    3. ABD’NİN DİPLOMASİ GİBİ SUNULAN SEÇİM HAMLESİ

    Donald Trump’ın ani ateşkes açıklaması barış için değil, seçime yönelikti. Enflasyonla boğuşan, işsizlikle mücadele eden ABD için dış başarı hikâyesi gerekiyordu. İsrail’e “vur ama abartma”, İran’a “karşılık ver ama nükleer sınırı geçme” mesajı bu planın parçasıydı.

    Bahçeli bu stratejiyi, “kurallara dayalı sistem” bahanesiyle işlenen küresel adaletsizliğin aracı olarak değerlendirir:

    “Kurallara dayalı uluslararası sistemden kasıt; mazlumlara zulüm, müstekbirlere çıkar sağlama çabasıdır.”

    ABD’nin bu planı da tam olarak budur. Barışı değil, krizi yönetmek isteyen emperyal akıl, Ortadoğu’yu seçim arenasına çevirmiştir.

    4. KÜRESEL EKONOMİDE MANİPÜLASYONUN SAVAŞI

    12 günlük savaş, enerji ve emtia piyasalarında şok etkisi yarattı:

    • Brent petrol 89 dolardan 104 dolara çıktı.

    • Altın, 2300’den 2480 dolara yükseldi.

    • Küresel borsa endeksleri %3 değer kaybetti.

    ABD ve Çin, eş zamanlı olarak stratejik petrol rezervlerini devreye sokarak fiyatları kontrol altına aldı. Ancak savunma sanayine yatırım yapan şirketler (örneğin Raytheon, Lockheed Martin), %12–18 arası değer kazandı.

    Bu süreci “ticari kâr” zannedenlere Bahçeli şu cevabı verir:

    “İnsanlık bir yanda açlıkla kıvranırken, bir yanda servet dağları kuranlar utanmadan barıştan söz ediyorlar.”

    Çünkü savaş sadece askeri değildir; servet biriktirme operasyonudur.

    5. TÜRKİYE’YE KARŞI ÖRTÜLÜ MESAJLAR

    İsrail’in nükleer kriz bahanesiyle İran’a saldırması, gerçekte Türkiye’ye bir mesajdır: “Bölgesel liderliğe soyunma, seni de sıraya koyarız.” Bu örtülü mesaj, kamuoyu önünde değil, stratejik düzlemde verildi. Ancak Türkiye, bu mesajı almakla kalmadı; siyasi ve askeri dengesini çoktan kurdu.

    Devlet Bahçeli’nin bu tehdide verdiği tarihsel karşılık şudur:

    “Kalkan değil, gerektiğinde kılıç oluruz.”

    Bu ifade, Türkiye’nin artık edilgen değil; gerektiğinde oyun kuran bir aktör olduğunu gösteren net bir ifadedir. Sadece savunmayan, gerektiğinde düşmanı kaynakta karşılayan bir anlayışın özetidir.

    6. SONUÇ: GÖRÜNMEYEN CEPHENİN ASKERLERİ

    12 gün süren savaşta görünen sadece bombalar, tanklar ve roketlerdi. Asıl savaş, bilgiyle, veriyle, ekonomiyle ve toplumsal algıyla yürütüldü. Ve bu savaşta kazananlar;

    • Silah üreticileri,

    • Yapay zekâ destekli istihbarat firmaları,

    • Petrol ve enerji kartelleri oldu.

    Türkiye bu tabloyu sadece izleyen değil; okuyan, anlamlandıran ve buna göre saf tutan bir devlet olarak sürece dâhil oldu. Çünkü Bahçeli’nin şu sözü, bu makalenin özüdür:

    “Türkiye Cumhuriyeti bir figüran değil, küresel denklemde ana aktördür.”

    Kaynakça:

    • MHP Resmî Açıklamaları – 6 Temmuz 2025

    • Anadolu Ajansı, “İran–İsrail Savaş Güncesi”, 13–24 Haziran 2025

    • Al Jazeera, The Guardian, Bloomberg, WSJ savaş analizleri

    • Financial Times, “Middle East Conflict and Market Reactions”, 25.06.2025

  • DEVLET BAHÇELİ’NİN YEDİ SÖZÜNDE YEDİ GERÇEK: TERÖR DEVLETİNE KARŞI AHLAK, AKIL VE MİLLİ DURUŞ

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    1. ÜÇ MAYMUN BİTTİ, ŞİMDİ VİCDAN KONUŞSUN

    Devlet Bahçeli, İslam ülkelerine “üç maymunu oynamayın” çağrısıyla yalnızca diplomatik bir mesaj vermemiş; vicdanı ayağa kaldırmıştır. İstanbul Deklarasyonu umut verse de artık masa değil, meydan zamanıdır.

    2. DEVLET MASKESİ TAKMIŞ BİR TERÖR MAKİNASI

    Bahçeli, “İsrail devlet değil, bir cinayet aygıtıdır” diyerek uluslararası hukuka meydan okuyan soykırım girişimlerine dikkat çekmiştir. Cenevre Sözleşmesi’ne göre bu yapı artık hesap vermelidir.

    3. MAHALLE YANIYOR, SİYASİLER HAVANDA SU DÖVÜYOR

    Devlet Bahçeli’nin “CHP yangın sırasında susuyor” eleştirisi, muhalefetin milli duruş testinden sınıfta kaldığını göstermektedir. Sessizlik, zalimin ekmeğine yağ sürmektir.

    4. TEHDİT UYUMAZ, İHMAL KURTARMAZ

    “Tehlikenin küçüğü olmaz” diyen Bahçeli, Türkiye’ye yönelen sinsi saldırılara karşı stratejik uyanıklık çağrısı yapmaktadır. Küçük bir kıvılcım, büyük bir yıkıma dönüşebilir.

    5. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DEĞİLSE, HANGİ MİLLETLER?

    “BM derhal kuvvet kullanmalı” ifadesiyle Bahçeli, kınama diplomasisini değil, eylem çağrısını tercih etmektedir. Kosova için işletilen insani müdahale doktrini, şimdi neden Gazze için devreye alınmaz?

    6. HER BOMBA, ANKARA’NIN DUVARLARINI SARSAR

    Devlet Bahçeli’nin “Bağdat’a düşen bomba Ankara’yı da sarsar” uyarısı, sadece coğrafi değil; stratejik bir ikazdır. Türkiye, bölgedeki her çatışmanın içinde değilse bile hedefindedir.

    7. GÜN MİLLET OLMA GÜNÜDÜR

    Bahçeli’nin “Gün birleşme günüdür” çağrısı, Türk milletine değil sadece, İslam dünyasına da bir irade davetidir. Dirlik varsa gelecek vardır.

    SONUÇ:

    Devlet Bahçeli’nin bu yedi açıklaması, yalnızca politika değil; tarih, hukuk ve strateji dersi niteliğindedir. Sessiz kalanlar, zulmün tarafında yazılacaktır. Artık eylem zamanıdır.

    #DevletBahçeli #Ortadoğu #İsrail #İslamDünyası #BM #Türkiye #MilliyetçiHareket #CengizGenç

  • DEVLET BAHÇELİ’NİN STRATEJİK YEDİLİSİ:

    ORTADOĞU’DA KÜRESEL TERÖR DÜZENİNE KARŞI MİLLİ MÜCADELE VE AHLAKİ VİCDANIN YÜKSELİŞİ

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    GİRİŞ: BİR GRUP TOPLANTISINDAN ÇOK DAHA FAZLASI

    1 Temmuz 2025 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerçekleştirdiği grup toplantısı, sıradan bir haftalık siyasi gündem değerlendirmesinin ötesine geçmiş, adeta küresel vicdanın ve milli duruşun manifesto niteliğinde bir deklarasyonuna dönüşmüştür. Daha önce tarafımızdan kaleme alınan “Devlet Bahçeli’nin Yedi Sözünde Yedi Gerçek” başlıklı analizde vurgulanan stratejik eksenler, bu toplantıda daha da keskinleşmiş, yeni jeopolitik başlıklarla yeniden vurgulanmıştır. Bu bağlamda, Sayın Bahçeli’nin yedi ayrı açıklamasında ortaya koyduğu temel tezler ile önceki söylemler arasında kavramsal ve değer temelli bir süreklilik kurulmaktadır.

    1. İSLAM DÜNYASININ AHLAKİ ÇÖKÜŞÜNE KARŞI MİLLİ ŞUURUN ÇAĞRISI

    Sayın Bahçeli’nin toplantının hemen başında yaptığı vurgulardan biri, İslam dünyasının “üç maymunu oynamaktan” vazgeçmesi gerektiği yönündeki çağrısıdır. Bu ifade, aslında pasifliğin değil, ahlaki iflasın ifadesidir. Bahçeli’nin şu sözleri dikkat çekicidir:

    “Bir yanda bebekler ölüyor, diğer yanda ümmet kımıldamıyor. Bu suskunluk artık mazur gösterilemez.”

    Bu çağrı, daha önce 21 Haziran 2025’te İstanbul’da düzenlenen İİT Zirvesi’ne yönelik eleştirilerle paraleldir. İstanbul Deklarasyonu, retorik düzeyde bir birlik çağrısı sunarken, Bahçeli’nin sözleri “deklarasyon değil, müdahale” çağrısıdır. Bu, Türkiye’nin diplomatik pozisyonunun da ötesinde, vicdanî bir kalkışmadır.

    2. İSRAİL’İN DEVLET OLMADIĞINI AÇIKLAMAK: BİR SİYASİ TAVIRDAN FAZLASI

    Sayın Bahçeli, grup toplantısında İsrail’i bir kez daha “devlet değil, cinayet aygıtı” olarak nitelendirmiştir. Bu söylem, artık salt siyasi bir duruşun değil, uluslararası hukuk temelinde bir meşruiyet tartışmasının zeminini oluşturur. Bahçeli’nin şu cümlesi bu bakımdan çarpıcıdır:

    “Bir devlet, varlığını çocuk cesetleriyle değil, hukukla sürdürür.”

    Bu söz, uluslararası kamuoyunda giderek artan “İsrail’in soykırım suçu işlediği” yönündeki tartışmalara destek niteliğindedir. Daha önceki analizimizde vurguladığımız gibi, Cenevre Sözleşmesi bağlamında değerlendirildiğinde bu tür açıklamalar, Türkiye’nin BM nezdindeki pozisyonunu şekillendirebilecek niteliktedir.

    3. MUHALEFETİN SUSKUNLUĞU: GAFLETİN ÖTESİNDE BİR VESAYET KUŞAĞI

    Grup toplantısında CHP’nin sessizliği, doğrudan eleştirilmektedir. Sayın Bahçeli’nin “Mahalle yanarken CHP’nin havanda su dövmesi” ifadesi, sadece muhalefete yönelik bir dil darbesi değil, aynı zamanda Türkiye’de ahlaki pozisyon alma meselesi üzerinden bir sorgulamadır.

    Bu bağlamda, daha önce vurguladığımız gibi mesele sadece politik refleks eksikliği değil, aynı zamanda ideolojik yabancılaşmanın ve “sahte evrensellik” anlayışının bir sonucudur. Bahçeli burada yalnızca siyasi partilere değil, entelektüel sınıfa da dolaylı olarak çağrıda bulunmaktadır.

    4. TÜRKİYE’NİN JEOLOJİK DEĞİL, JEO-STRATEJİK MERKEZİYETİ

    Sayın Bahçeli’nin toplantıda dikkat çektiği en önemli kavramsal uyarılardan biri:

    “Tahran’a atılan bomba, Ankara’da duyulur.”

    Bu ifade, Türkiye’nin fiziki coğrafyasından bağımsız olarak jeopolitik merkezîliğini işaret eder. Özellikle İran-İsrail hattındaki gerilim, Türkiye’yi doğrudan olmasa da dolaylı güvenlik tehditlerine açık hale getirmektedir.

    Buna bağlı olarak enerji yolları, göçmen rotaları, vekil savaşlar ve bilgi operasyonları; hepsi Türkiye’nin merkezden sarsılabileceği risk alanlarıdır. Bahçeli’nin sözleri bu nedenle yalnızca bir güvenlik refleksi değil, aynı zamanda stratejik ön alma çağrısıdır.

    5. “TEHDİDİN KÜÇÜĞÜ BÜYÜĞÜ OLMAZ” DİYEN BİR STRATEJİK ZİHNİYET

    ORTADOĞU’DA KÜRESEL TERÖR DÜZENİNE KARŞI MİLLİ MÜCADELE VE AHLAKİ VİCDANIN YÜKSELİŞİ

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    GİRİŞ: BİR GRUP TOPLANTISINDAN ÇOK DAHA FAZLASI

    1 Temmuz 2025 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerçekleştirdiği grup toplantısı, sıradan bir haftalık siyasi gündem değerlendirmesinin ötesine geçmiş, adeta küresel vicdanın ve milli duruşun manifesto niteliğinde bir deklarasyonuna dönüşmüştür. Daha önce tarafımızdan kaleme alınan “Devlet Bahçeli’nin Yedi Sözünde Yedi Gerçek” başlıklı analizde vurgulanan stratejik eksenler, bu toplantıda daha da keskinleşmiş, yeni jeopolitik başlıklarla yeniden vurgulanmıştır. Bu bağlamda, Sayın Bahçeli’nin yedi ayrı açıklamasında ortaya koyduğu temel tezler ile önceki söylemler arasında kavramsal ve değer temelli bir süreklilik kurulmaktadır.

    1. İSLAM DÜNYASININ AHLAKİ ÇÖKÜŞÜNE KARŞI MİLLİ ŞUURUN ÇAĞRISI

    Sayın Bahçeli’nin toplantının hemen başında yaptığı vurgulardan biri, İslam dünyasının “üç maymunu oynamaktan” vazgeçmesi gerektiği yönündeki çağrısıdır. Bu ifade, aslında pasifliğin değil, ahlaki iflasın ifadesidir. Bahçeli’nin şu sözleri dikkat çekicidir:

    “Bir yanda bebekler ölüyor, diğer yanda ümmet kımıldamıyor. Bu suskunluk artık mazur gösterilemez.”

    Bu çağrı, daha önce 21 Haziran 2025’te İstanbul’da düzenlenen İİT Zirvesi’ne yönelik eleştirilerle paraleldir. İstanbul Deklarasyonu, retorik düzeyde bir birlik çağrısı sunarken, Bahçeli’nin sözleri “deklarasyon değil, müdahale” çağrısıdır. Bu, Türkiye’nin diplomatik pozisyonunun da ötesinde, vicdanî bir kalkışmadır.

    2. İSRAİL’İN DEVLET OLMADIĞINI AÇIKLAMAK: BİR SİYASİ TAVIRDAN FAZLASI

    Sayın Bahçeli, grup toplantısında İsrail’i bir kez daha “devlet değil, cinayet aygıtı” olarak nitelendirmiştir. Bu söylem, artık salt siyasi bir duruşun değil, uluslararası hukuk temelinde bir meşruiyet tartışmasının zeminini oluşturur. Bahçeli’nin şu cümlesi bu bakımdan çarpıcıdır:

    “Bir devlet, varlığını çocuk cesetleriyle değil, hukukla sürdürür.”

    Bu söz, uluslararası kamuoyunda giderek artan “İsrail’in soykırım suçu işlediği” yönündeki tartışmalara destek niteliğindedir. Daha önceki analizimizde vurguladığımız gibi, Cenevre Sözleşmesi bağlamında değerlendirildiğinde bu tür açıklamalar, Türkiye’nin BM nezdindeki pozisyonunu şekillendirebilecek niteliktedir.

    3. MUHALEFETİN SUSKUNLUĞU: GAFLETİN ÖTESİNDE BİR VESAYET KUŞAĞI

    Grup toplantısında CHP’nin sessizliği, doğrudan eleştirilmektedir. Sayın Bahçeli’nin “Mahalle yanarken CHP’nin havanda su dövmesi” ifadesi, sadece muhalefete yönelik bir dil darbesi değil, aynı zamanda Türkiye’de ahlaki pozisyon alma meselesi üzerinden bir sorgulamadır.

    Bu bağlamda, daha önce vurguladığımız gibi mesele sadece politik refleks eksikliği değil, aynı zamanda ideolojik yabancılaşmanın ve “sahte evrensellik” anlayışının bir sonucudur. Bahçeli burada yalnızca siyasi partilere değil, entelektüel sınıfa da dolaylı olarak çağrıda bulunmaktadır.

    4. TÜRKİYE’NİN JEOLOJİK DEĞİL, JEO-STRATEJİK MERKEZİYETİ

    Sayın Bahçeli’nin toplantıda dikkat çektiği en önemli kavramsal uyarılardan biri:

    “Tahran’a atılan bomba, Ankara’da duyulur.”

    Bu ifade, Türkiye’nin fiziki coğrafyasından bağımsız olarak jeopolitik merkezîliğini işaret eder. Özellikle İran-İsrail hattındaki gerilim, Türkiye’yi doğrudan olmasa da dolaylı güvenlik tehditlerine açık hale getirmektedir.

    Buna bağlı olarak enerji yolları, göçmen rotaları, vekil savaşlar ve bilgi operasyonları; hepsi Türkiye’nin merkezden sarsılabileceği risk alanlarıdır. Bahçeli’nin sözleri bu nedenle yalnızca bir güvenlik refleksi değil, aynı zamanda stratejik ön alma çağrısıdır.

    5. “TEHDİDİN KÜÇÜĞÜ BÜYÜĞÜ OLMAZ” DİYEN BİR STRATEJİK ZİHNİYET

    Bahçeli’nin çokça tekrarladığı ifadelerden biri olan “Tehdidin küçüğü büyüğü olmaz” ilkesi, savunma doktrinlerinde asimetrik tehdit algısının merkezî hâle gelmesini zorunlu kılar.

    Buradaki vurgunun arka planında; hibrit savaşlar, biyolojik tehditler, enerji sabotajları, finansal manipülasyonlar gibi konvansiyonel olmayan tehdit türlerinin artık konvansiyonel sonuçlar doğurabileceği gerçeği yatmaktadır.

    6. BM’YE YÖNELİK KUVVET KULLANIMI ÇAĞRISI: ULUSLARARASI HUKUKUN GERÇEK SINAVI

    Sayın Bahçeli’nin grup toplantısındaki en çarpıcı ve tartışmalı çıkışlarından biri, BM’ye doğrudan şu çağrısı olmuştur:

    “Artık kuvvet kullanılmalı; soyut kınamalar yetmiyor.”

    Bu çağrı, 1999 Kosova müdahalesinde olduğu gibi, insani müdahale doktrini bağlamında meşru görülebilir. Ancak bu noktada dikkat çeken, Türkiye gibi bir NATO ülkesinin BM’yi harekete çağırırken bağımsız pozisyonunu korumasıdır. Bu, Türk dış politikasının “denge değil, duruş” eksenine geçtiğini göstermektedir.

    7. MİLLİ DAYANIŞMA VE İSLAM DÜNYASINA AÇIK ÇAĞRI

    Sayın Bahçeli, sözlerini şu ifadeyle tamamlamıştır:

    “Gün birleşme günüdür. Sadece Türkiye’nin değil, Türk dünyasının, İslam dünyasının da birleşme günüdür.”

    Bu söz, iç siyasetten çok dış politikaya yöneliktir. Türk Devletleri Teşkilatı, D-8, İİT ve hatta Asya’da yükselen çok taraflı diplomatik organizasyonlar burada stratejik olarak işaretlenmektedir. Bahçeli, bir medeniyet cephesi oluşturulması çağrısı yapmaktadır.

    SONUÇ: YEDİ MADDEDE YENİ SİYASET FELSEFESİ

    Sayın Bahçeli’nin grup toplantısında sunduğu bu yedi stratejik mesaj, yalnızca güncel siyasi pozisyonlar değil; aynı zamanda bir devlet aklı vizyonudur. Ortadoğu’da değişen dengeler, Batı merkezli düzenin çöküşü ve İslam dünyasının dağınık hali içinde Türkiye’nin hem vicdanî hem de stratejik liderliğine ihtiyaç vardır.

    “Üç maymunu oynayanların karşısında hakikati haykıran” bir Türkiye vizyonu için bu yedi söz, yedi gerçek kadar yedi temel stratejik direktif olarak da okunmalıdır.

    KAYNAKÇA

    • Bahçeli, D. (2025, 1 Temmuz). TBMM Grup Toplantısı Konuşması. Milliyetçi Hareket Partisi Resmî Sosyal Medya Hesapları. https://x.com/MHP_Bilgi

    • Cenevre Sözleşmeleri (1949). Dördüncü Sözleşme: Sivillerin Korunması.

    • United Nations (1999). “Humanitarian Intervention in Kosovo.” UNHCR Reports.

    • Genç, C. (2025). Devlet Bahçeli’nin Yedi Sözünde Yedi Gerçek: Ortadoğu’da Terör Devletine Karşı Ahlaki Duruş ve Milli Mücadele. (Yayımlanmamış makale, Haziran 2025)

    • İslam İşbirliği Teşkilatı (2025). İstanbul Zirvesi Bildirisi. https://www.oic-oci.org

    • NATO Strategic Concepts (2022–2025). Hybrid Threats and Multi-Layered Warfare. Brussels.

  • TÜRKLÜĞÜN SESSİZ ÇIĞLIĞI: ŞEYH EDEBALİ’DEN DOĞU TÜRKİSTAN’A, DEVLET BAHÇELİ’NİN YEDİ SÖZÜNÜN DERUNÎ ANLAMI VE BİR MİLLETİN VİCDANI

    Araştırmacı Yazar: Cengiz GENÇ

    Dünya hızla dönüşüyor. Sınırlar haritalardan taşarak zihinleri, inançları ve vicdanları kuşatıyor. Kimi zaman sessiz bir çığlık yankılanıyor Urumçi sokaklarında; kimi zaman yüksek perdeden bir haykırış sarıyor Meclis kürsüsünü. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin “Yedi Sözü”, sadece güncel politik pozisyonları değil, aynı zamanda bu çağın en derin vicdan muhasebesini de içinde barındırıyor. Çünkü mesele yalnızca Doğu Türkistan değildir; mesele yalnızca İsrail–Gazze hattı değildir; mesele, insanlığın gözünün içine baka baka yutulmaya çalışılan hakikattir.

    Ve bu hakikatin pusulası Şeyh Edebali’nin sözlerinde gizlidir.

    “Cahil ile dost olma: İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün.”

    “Kibirliyle dost olma: Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün.”

    “Namertle dost olma: Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün.”

    Bugün Doğu Türkistan’da çocuklar diri diri yakılırken, kim susuyor? Hangi kibirli gözler, hangi namert menfaat hesapları bu zulme göz yumuyor? Hangi sözde demokratlar, insan hakları kürsülerini işgal edip mazlumlara sırt çeviriyor?

    Sayın Devlet Bahçeli’nin açıklamaları işte tam da bu noktada bir ahlaki duruşu, bir medeniyet refleksini ve bir vicdan isyanını temsil etmektedir. Bu, yalnızca bir siyasi partinin bildirisi değildir. Bu, tarihin orta yerine yazılmış “Türk kalbinin adaletle atan sesi”dir.

    DOĞU TÜRKİSTAN: BİR SOYKIRIMIN GÖLGESİNDE TÜRK’ÜN VARLIK SAVAŞI

    Doğu Türkistan, yalnızca coğrafi bir tanım değildir; bir milletin sabırla direndiği, sabırla öldüğü ve sabırla yeniden doğacağı bir kutsal hattır. Urumçi’de, Kaşgar’da, Hoten’de yakılan her ağıt, Ankara’da, İstanbul’da, Bursa’da Türk yüreğine çarpar. Fakat küresel sistemin kodları içinde bu çığlıklar duyulmaz. Çünkü Çin, yeni dünyanın “ekonomik kalbi” olarak kabul edilmiş; hakikat yerine çıkarlar geçmiştir.

    Bu noktada Prof. Dr. Mevlüt Karakaya’nın TBMM’de yaptığı çıkış, milletin vicdanını temsil etmiştir. Karakaya’nın sözleri, Bahçeli’nin çizdiği stratejik hattın tamamlayıcısıdır. Her ikisi de; Türk milletinin vicdanını temsil ederken, aynı zamanda küresel komplo çarklarının merkezine Türk milliyetçiliğini yerleştiren aklın temsilcileridir.

    KİBİR VE KOMPLEXLERİN KUŞATTIĞI DÜNYADA TÜRK AKLI

    Dikkat edin…

    Kibirli olanın dostluğu olmaz, çünkü onun gözü hep yukarıdadır. Oysa liderlik, yukarıdan değil, yan yana yürümekten doğar.

    Bugün Batı’nın, özellikle ABD’nin ve onun bölgedeki taşeronlarının kibri, Gazze’de taş taş üstünde bırakmazken; aynı kibir Uygur Türklerine “yeniden eğitim kampları” adı altında soykırımı reva görmektedir. Bu, klasik emperyalist siyasetin modernize edilmiş hâlidir: “Teknolojik Komplo.”

    Komplo teorisi değildir bu; gerçeğin ta kendisidir. Çünkü Çin’in ‘Sosyal Kredi Sistemi’ ile Müslüman Türkler puanlanmakta; Ramazan orucu, cuma namazı, Türkçe isimler fişlenmekte; doğum oranları zorla azaltılmakta, Türk kadını ‘asimilasyon programlarına’ alınmaktadır. Ve dünya susmakta…

    TÜRK’ÜN MİRASINA GÖLGELENEN İHANET

    Şeyh Edebali’nin sözüyle:

    “Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez” bir medeniyet düzeni inşa ediliyor.

    Bu sistemde:

    • İkram bilmeyenler zenginlik dağıtır,

    • Yol yordam bilmeyenler “dünya düzeni” kurar,

    • Hal bilmeyenler insan hakları bildirgesi yazar.

    Fakat bu oyunu bozacak olanlar; Bahçeli’nin sesiyle, Karakaya’nın yüksek refleksiyle, Osmanağaoğlu’nun sağlam duruşuyla, Büyükataman’ın vakar çizgisiyle yeniden şekillenmektedir.

    Milliyetçi Hareket’in lider kadrosu, modern çağın politik karanlığında adeta bir “fener alayı” gibi yürümektedir.

    DEVLET BAHÇELİ’NİN YEDİ SÖZÜ: SESSİZLİĞİN YÜZÜNE ÇARPILAN GERÇEK

    Bahçeli’nin yedi sözü; yedi kıtaya, yedi kat göğe uzanan bir uyarıdır.

    1. Terör devletine geçit yok!

    2. Türk dünyasına sahip çık!

    3. Gazze’de insanlık ölmesin!

    4. Doğu Türkistan’da gözyaşı dinsin!

    5. Millî birlik, millî duruş esas!

    6. Türk milleti, tarihin öznesidir!

    7. Kibirle değil, vakarla yürü!

    Bu yedi söz, yalnızca siyasi retorik değil; aynı zamanda stratejik, diplomatik ve kültürel manifestodur. Bu manifestoda “kibir” kelimesi özellikle merkezde yer alır. Çünkü bu çağın en büyük felaketi, kibirle bezenmiş sahte küresel efendilik kompleksidir.

    SONUÇ: ŞEYH EDEBALİ’DEN DEVLET BAHÇELİ’YE, BİR MİLLİYET HATTI

    Bugün Doğu Türkistan’da, Gazze’de, Kerkük’te, Bakü’de, Hakkâri’de, Bala’da atılan her adım, aynı kökene bağlıdır.

    Bu köken; bir medeniyetin taşıyıcısı olan Türk aklıdır.

    Şeyh Edebali ne diyordu?

    “Sen seni bil; ömrünce bu yeter sana.”

    Bu söz, Bahçeli’nin “kendini bil, milletini bil, devletini bil” çağrısında vücut bulmuştur.

    Ve biz biliriz:

    • Biz ilim biliriz, irfan biliriz, söz biliriz.

    • Biz dost biliriz, yürek biliriz, mert biliriz.

    • Biz kibri tanırız, fakat ona itibar etmeyiz.

    Çünkü biz Türk’üz.

    Ve bu dünyada adalet varsa, o da Türk’ün sesiyle yankılanır.

    KAYNAKÇA

    1. Bahçeli, D. (2025). TBMM Grup Konuşması. Milliyetçi Hareket Partisi Resmî Hesabı: https://x.com/mhp_bilgi

    2. Karakaya, M. (2025). “Doğu Türkistan İçin Tarihî Uyarı.” TBMM Kayıtları.

    3. Osmanağaoğlu, T. ve Büyükataman, İ. (2025). X platformu açıklamaları ve TBMM oturum konuşmaları.

    4. “Şeyh Edebali Nasihatnamesi” – Osmanlı Arşivleri ve Halk Kaynakları.

    5. Uygur İnsan Hakları Projesi (2023). “Uyghur Genocide Dossier.” UHRP Report Series.

    6. Genç, C. (2024). “Ortadoğu’da Derin Kodlar ve Türk Jeopolitiği.” Stratejik Aklın Notları.

  • TÜRKLÜĞÜN SON KALESİ: BAŞBUĞ TÜRKEŞ’TEN DEVLET BAHÇELİ’YE, BİR FİKİR ZİNCİRİNİN DERUNÎ İZLERİ

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    GİRİŞ: ZAMANIN HÜKMÜ VE BİR MİRASIN AĞIRLIĞI

    Tarihin her döneminde, milletlerin kaderi; inanç, vakar ve dirayetle yoğrulmuş lider kadroların ellerinde yeniden yazılmıştır. Türk milletinin yakın tarihinde bu yeniden yazımın öncü isimlerinden biri kuşkusuz Başbuğ Alparslan Türkeş’tir. Ancak onun izinde yürüyenler yalnızca birer hatıra taşıyıcısı değil; aynı zamanda bu mirası fikrî, siyasî ve ahlâkî boyutlarıyla geleceğe aktaran yeni öncülerdir.

    Bugün bu fikrî zincirin halkaları arasında Sayın Devlet Bahçeli’nin “Yedi Sözü”, Prof. Dr. Mevlüt Karakaya’nın vicdan konuşmaları, Semih Yalçın’ın ideolojik muhafazakârlığı, İsmet Büyükataman’ın vakar çizgisi ve Tamer Osmanağaoğlu’nun kararlılığı; aynı istikametin farklı cephelerdeki yansımalarıdır. Her biri, bir milletin köklerine olan bağlılığın, ihanete karşı duruşun ve fikrî sadakatin sembolüdür.

    1. BAŞBUĞ’UN MİRASINI YÜKLENENLER

    Rahmetli Başbuğ Türkeş’in 12 Eylül sonrası haksızca tutuklandığı, milliyetçi kadroların türlü iskencelerden geçirildiği dönemde; yalnızca siyasi değil, aynı zamanda ideolojik bir kıyamet yaşanıyordu. Bu dönemin tanıkları arasında görev almış, MÇP Başkanlık Divanı’nda yer almış, teşkilatlardan sorumlu genel başkan yardımcılığı yapmış isimler, sadece siyasî değil tarihî bir nöbetin taşıyıcılarıydı.

    Ve bugün, bu nöbet; Devlet Bahçeli’nin sarsılmaz iradesiyle, Mevlüt Karakaya’nın TBMM’deki vicdan çağrısıyla, Yalçın’ın fikrî duruşuyla, Osmanağaoğlu’nun millî seslenişiyle sürmektedir.

    2. DEVLET BAHÇELİ’NİN YEDİ SÖZÜ: TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN YENİ ANAYASASI

    Sayın Devlet Bahçeli’nin son grup toplantısında dile getirdiği “Yedi Söz”; yalnızca bir politik beyan değildir. Bu, milletin ahlâk, siyaset ve strateji dairesinde yeniden kodlanmasıdır:

    1. Terör devletine geçit yok!

    2. Türk dünyasına sahip çık!

    3. Gazze’de insanlık ölmesin!

    4. Doğu Türkistan’da gözyaşı dinsin!

    5. Millî birlik, millî duruş esas!

    6. Türk milleti, tarihin öznesidir!

    7. Kibirle değil, vakarla yürü!

    Bu yedi temel ilke, Türk milliyetçiliğinin güncel dünyadaki konumunu tarif ederken aynı zamanda bir “davranış ahlâkı” tanımlar. Buradaki en önemli kavramlardan biri olan “kibir”, yalnızca bireysel bir zaaf değil, emperyalist sistemin temel karakteridir. Bahçeli, bu sözüyle hem içerideki yozlaşmaya hem dışarıdaki kibirli sömürü sistemine meydan okumaktadır.

    3. PROF. DR. MEVLÜT KARAKAYA: MİLLETİN VİCDAN SESİ

    Prof. Dr. Mevlüt Karakaya’nın TBMM’de yaptığı konuşma, yalnızca bir vekilin değil, bir milletin vicdanının sesidir. O konuşmada yer alan şu cümle, Türk aklının derin stratejisini özetler:

    “Doğu Türkistan’da bir soykırım vardır. Bu soykırım karşısında susan her küresel güç, ortak faildir.”

    Karakaya’nın bu ifadesi, sadece diplomatik bir duruş değil, aynı zamanda Türkeş çizgisindeki direnişçi Türk milliyetçiliğinin güncellenmiş hâlidir. Başbuğ’un “fikri olanın zikri olur” şiarı, Karakaya’nın her kelimesinde yankılanmaktadır.

    4. SEMİH YALÇIN: FİKRÎ MUKAVEMETİN KALESİ

    Semih Yalçın, milliyetçi hareketin en keskin ideolojik koruyucularındandır. Son açıklamalarında özellikle siyasal İslamcılık ile küresel liberalizmin Türkiye’deki hibrit tehditlerine karşı verdiği sert mesajlar; sadece savunma refleksi değil, bir karşı saldırıdır. Yalçın’ın kaleme aldığı açıklamalar, Başbuğ Türkeş’in “Türk milliyetçiliği ne sağcı ne solcudur; Türk milletinin ta kendisidir” sözünü pratiğe döken bir müdafaadır.

    5. BÜYÜKATAMAN VE OSMANAĞAOĞLU: VAKARIN VE KALBİN YOLU

    İsmet Büyükataman’ın sükûnet içindeki kararlılığı, Tamer Osmanağaoğlu’nun net ve sarsılmaz açıklamaları; bir millete adanmışlığın belgeleridir. Bu iki isim, Devlet Bahçeli’nin siyasi liderliğinin omurgasıdır. Onlar, yalnızca partisel disiplinin değil, Türk milletine ait vicdanın ve vakarın taşınmasına hizmet etmektedirler.

    6. TÜRK’ÜN SESSİZ ÇIĞLIĞI: DOĞU TÜRKİSTAN’DAN GAZZE’YE

    Şeyh Edebali’nin nasihatnamesi bugün sadece bir öğütler bütünü değil, diplomatik kodlar bütünüdür:

    “Kibirliyle dost olma: Gönül bilmez; üzülürsün.”

    Bugün Çin’in soykırım politikaları, ABD’nin vekâlet savaşları, İsrail’in sivil katliamları; kibirle yönetilen bir dünyanın ürünüdür. Ve bu sistemin karşısında duran, Türk’ün sessiz ama yıkıcı çığlığıdır.

    Bahçeli’nin çağrısı, Karakaya’nın uyarısı, Yalçın’ın ideolojik savunması ve Başkanlık Divanı’ndan gelen tecrübeler, bu çığlığın stratejik biçimidir.

    SONUÇ: TÜRKLÜK BİR AKILDIR, BİR SABIRDIR, BİR YÜRÜYÜŞTÜR

    Şeyh Edebali’den Alparslan Türkeş’e, Devlet Bahçeli’den bugünkü dava kadrolarına kadar uzanan hat; yalnızca bir siyasî tarih değil, Türk aklının vakarla örülmüş yürüyüşüdür.

    “Sen seni bil. Ömrünce bu yeter sana.” — Edebali

    “Kendini bil, milletini bil, devletini bil.” — Bahçeli

  • DEVLET BAHÇELİ’NİN YEDİ SÖZÜNDE YEDİ GERÇEK: ORTADOĞU’DA TERÖR DEVLETİNE KARŞI AHLAKİ DURUŞ VE MİLLİ MÜCADELE

    ARAŞTIRMACI YAZAR: CENGİZ GENÇ

    1. İSLAM DÜNYASI ARTIK ÜÇ MAYMUNU OYNAMAMALI

    Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, İslam ülkelerine yönelik yaptığı çağrıda, “İslam ülkeleri üç maymunu oynamaktan vazgeçerek ahlaki tavrını ve tarafını erdemli ve eylemsel adımlarla berrak şekilde göstermeli” diyerek uluslararası sessizliğin ahlaki bir çöküşe dönüşmesine dikkat çekmiştir. Bu çağrı, yalnızca siyasi değil aynı zamanda vicdani bir ikazdır. Filistin’de yaşanan insanlık trajedisine karşı İslam dünyasının tepkisizliği, sadece bir siyasi pasiflik değil; aynı zamanda 2 milyarlık bir nüfusun kolektif ahlak testinden geçememesi anlamına gelmektedir.

    İİT’nin İstanbul Deklarasyonu (21 Haziran 2025) bu doğrultuda bir kıpırdanma olsa da, Sayın Bahçeli’nin çağrısı bunun çok ötesindedir: “Deklarasyon yetmez, devreye girilmelidir.”

    2. İSRAİL, DEVLET OLMA VASFINI YİTİRMİŞTİR

    Sayın Bahçeli, İsrail’i açıkça bir “sözde devlet” olarak nitelendirmiş ve şunları vurgulamıştır: “Devlet olma vasfından hızla kopmuş, bir cinayet aygıtına, bir ölüm mangasına, bir terör örgütüne dönüşmüştür.” (24 Haziran 2025)

    Bu ifade, uluslararası hukuk normlarına göre bir kırılma noktasıdır. 1949 Cenevre Sözleşmesi, sivil hedeflere yönelik orantısız güç kullanımını savaş suçu olarak tanımlar. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, yalnızca askeri değil, sosyo-psikolojik ve ahlaki düzlemde de bir soykırıma dönüşmüştür. Sayın Bahçeli’nin bu çıkışı, hem cesur hem de devlet aklıyla örtüşen bir duruştur. Çünkü bir devletin meşruiyeti, sadece sınırlarıyla değil, insanlığa karşı işlediği suçlarla da şekillenir.

    3. CHP’NİN HAVANDA SU DÖVMESİ

    “Mahalle yanarken CHP’nin havanda su dövmesi, kaçak güreşmesi…” ifadesi, Türkiye iç siyasetinde yaşanan trajikomik suskunluğa yapılan eleştirel bir göndermedir. Devlet Bahçeli burada yalnızca CHP’yi değil, milli meselelerde sessiz kalan bütün aktörleri hedef almaktadır. İsrail’in saldırılarına karşı küresel ölçekte oluşan “ahlaki cephe”de yer almamak, sadece bir gaflet değil; aynı zamanda stratejik bir kayıptır.

    CHP’nin bu tavrı, iç politikadaki çıkar çatışmalarıyla açıklanamaz. Bu, ya uluslararası baskılardan korkmaktır ya da içeriden bir “vesayet aklının” etkisi altına girmektir.

    4. “SU UYUR, DÜŞMAN UYUMAZ” UYARISI

    “Tehdidin küçüğü büyüğü olmaz…” diyen Sayın Bahçeli, çok katmanlı tehditlere karşı çok boyutlu bir savunma refleksi geliştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Türkiye, İsrail–İran hattındaki çatışmaların doğrudan hedefi olmasa da, dolaylı etkilerine maruz kalacaktır.

    Asimetrik savaşın, vekil unsurların, siber saldırıların ve ekonomik sabotajların çoğaldığı bu çağda, “küçük provokasyonlar” çoğu zaman büyük savaşların fitilidir. Bahçeli’nin bu uyarısı, Türk dış politikasının reflekslerini güncellemesi ve “ön alıcı diplomasi” geliştirmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

    5. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’E “KUVVET KULLANIN” ÇAĞRISI

    Devlet Bahçeli’nin en dikkat çekici çağrılarından biri şudur: “Birleşmiş Milletler derhal kuvvet kullanmalı… Vakit kaybedilmemeli.” Bu çağrı, alışıldık “kınama diplomasisinin” ötesine geçmektedir. Türkiye’nin bir NATO ülkesi olmasına rağmen İsrail karşıtı pozisyon alabilmesi ve BM üzerinden kuvvet çağrısında bulunabilmesi, dış politikada “bağımsız savrulma” değil, “bağımsız duruş” örneğidir.

    Bu çağrının temelinde 1999 Kosova müdahalesinde olduğu gibi, BM Güvenlik Konseyi’nin veto mekanizmasına rağmen insani müdahalenin meşruiyeti yatmaktadır. Sadece söz değil, fiil zamanıdır.

    6. “BOMBA TAHRAN’A DÜŞER, ANKARA SARSILIR”

    “Tahran’a, Şam’a, Bağdat’a atılan bombaların Ankara’ya etkisi olmaz demek cahilliktir.” şeklindeki çıkış, Türkiye’nin artık coğrafi değil, jeopolitik olarak merkezî bir konumda olduğunun altını çizmektedir.

    Enerji koridorları, göçmen hareketleri, silahlı örgütlerin lojistik akışı ve en önemlisi bilgi savaşları; bütün yolların Türkiye’den geçtiği bir dönemi işaret ediyor. Bahçeli’nin uyarısı sadece fiziksel güvenlik değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal güvenlik reflekslerinin de devrede tutulması gereğini vurgulamaktadır.

    7. “GÜN BİRLEŞME GÜNÜDÜR”

    Sayın Bahçeli, tüm bu açıklamaların sonunda şu çağrıyı yapıyor: “Gün birleşme günüdür, gün dayanışma günüdür.” Bu sadece bir iç siyaset mesajı değil; İslam dünyasına, Türk dünyasına ve Türk milletine yönelik stratejik bir çağrıdır. Dağınık ve parçalı tepki vererek değil, tek ses, tek akıl ve tek vicdanla hareket ederek küresel dengelere yön verilebileceğini hatırlatmaktadır.

    SONUÇ

    Devlet Bahçeli’nin bu yedi çıkışı, sıradan siyasi demeçler değildir. Bunlar, küresel sistemdeki bozulmayı, ahlaki çöküşü ve coğrafi tehditlerin büyüklüğünü okuyan; milli güvenlik, uluslararası hukuk ve insan hakları ekseninde yeniden konumlanma çağrısıdır. Türkiye, bu çağrılar doğrultusunda yalnız kalmak pahasına da olsa ahlaki duruşunu sürdürmeli, “üç maymunu oynayanlara” rağmen hakikati haykırmalıdır.                    ŞEYH EDEBALİ’DEN YÜKSELEN ÇAĞRI: BİRLEŞME, DAYANIŞMA VE VAKARIN MİRASI

    Şeyh Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü, sadece bir yönetim prensibi değil; bir milletin geleceğini inşa eden ilahi bir hikmettir. Bugün bu nasihatin kıymetini; Doğu Türkistan’da yakılan bedenlerde, Gazze sokaklarında suskunlaşan çocuk çığlıklarında ve Türk dünyasının dört bir yanındaki zulme direnen soydaşlarımızda bir kez daha idrak ediyoruz.

    Edebali’nin şu öğüdü, çağları aşan bir pusuladır:

    “Kibirliyle dost olma: Gönül bilmez; üzülürsün.”

    Bu cümle, Çin’in kibirli zulmüne, İsrail’in acımasız işgaline ve Batı’nın çifte standardına karşı Türk milletine verilen ahlâkî bir uyarıdır. Bugün dünya, vicdanını yitirmiş küresel kibir imparatorluklarının kıskacındadır. İşte bu bağlamda, Sayın Devlet Bahçeli’nin “Kibirle değil vakarla yürü” sözünün anlamı, sadece iç siyasete değil; tüm insanlığa bir diriliş çağrısıdır.

    Başbuğ Alparslan Türkeş’in inşa ettiği fikrî temelin üzerine yükselen bu çağrı, Prof. Dr. Mevlüt Karakaya’nın TBMM’de dile getirdiği vicdan haykırışıyla, Semih Yalçın’ın fikrî mukavemetiyle, İsmet Büyükataman ve Tamer Osmanağaoğlu’nun vakar çizgisiyle, yani teşkilatın her ferdiyle bir milletin yeniden silkinişidir.

    Bugün sadece bir siyasi hareketin değil; Türk-İslam medeniyetinin vicdan merkezinden yükselen bir mesaj var:

    “Gün birleşme günüdür, gün dayanışma günüdür.”

    Bu çağrı, yalnızca partilere, teşkilat mensuplarına değil;

    • İslam ümmetine,

    • Türk dünyasına,

    • Türk milletine,

    • ve küresel sistem karşısında ezilen tüm halklara yönelik stratejik bir irşattır.

    Çünkü dünyayı sarsan çığlıklar, dağınık ve parçalı tepkilerle değil; tek ses, tek akıl ve tek vicdanla karşılık bulduğunda anlam kazanır.

    Bugün, Şeyh Edebali’nin hikmetli sesiyle, Başbuğ Türkeş’in cesaretiyle, Devlet Bahçeli’nin stratejik ferasetiyle, milliyetçi kadroların vakar ve sadakatiyle yürüyen bu yol; bir hatıranın değil, istikbalin mimarlığıdır.

    Yarınlar için:

    • İdeolojik berraklık,

    • Teşkilat disiplini,

    • Ahlâkî sadakat,

    • Stratejik akıl gereklidir.

    Ve bu değerlerin hepsi, Türk milletinin mayasında vardır. Yeter ki birbirimizi yolda bırakmayalım, görev verilince yüklenelim, verilmediğinde kenarda küsmeyelim.

    Çünkü bu dava şahısların değil, milletin davasıdır.

    Çünkü bu yürüyüş, sadece bir siyasî hareketin değil, insanlık vicdanının ayakta kalma mücadelesidir.

    Çağrımız açıktır:

    Gelin, kibre karşı vakarla, ayrılığa karşı birlikle, zillete karşı izzetle yürüyelim.

    Bugün değilse ne zaman? Kim değilse biz kimiz?

    Gün birleşme günüdür, gün dayanışma günüdür.

    KAYNAKÇA

    1. MHP Bilgi Platformu, X paylaşımları, 24 Haziran 2025

    2. Cenevre Sözleşmeleri, 1949

    3. İslam İşbirliği Teşkilatı, İstanbul Deklarasyonu, 21–22 Haziran 2025

    4. Bahçeli, D. (2025). “Kuvvet kullanılmalı” açıklamaları, MHP Genel Merkezi

    5. BM Güvenlik Konseyi Müdahale Prensipleri – R2P (Responsibility to Protect)

    ŞEYH EDEBALİ’DEN YÜKSELEN ÇAĞRI: BİRLEŞME, DAYANIŞMA VE VAKARIN MİRASI

    Şeyh Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü, sadece bir yönetim anlayışının değil; Türk milletinin medeniyet kodlarının özetidir. Bugün bu ilahi hikmetin değerini; Doğu Türkistan’da susturulmuş dillerde, Gazze’de toprağa düşmüş bebek bedenlerinde, Türk dünyasının dört bir yanındaki çığlıklarda daha da derinden hissediyoruz.

    Edebali’nin şu öğüdü ise asırlar öncesinden bugüne seslenen bir uyarıdır:

    “Kibirliyle dost olma: Gönül bilmez; üzülürsün.”

    Bu cümle yalnızca bireysel bir nasihat değil, çağları ve coğrafyaları aşan bir diplomatik öğüttür. Çin’in Doğu Türkistan’daki kibirli zulmü, Batı’nın çifte standardı, İsrail’in barbar işgali; hep bu “kibir düzeni”nin ürünüdür. İşte bu bağlamda, Sayın Devlet Bahçeli’nin “Kibirle değil, vakarla yürü!” çağrısı; hem iç politikadaki yozlaşmaya hem küresel emperyalizmin ahlaksız dayatmalarına karşı bir meydan okumadır.

    Bugün Türk milletinin aklı, kalbi ve vicdanı; bu çağrıyı duymak, bu çağrıya uymak mecburiyetindedir.

    Prof. Dr. Mevlüt Karakaya’nın TBMM’de yükselttiği vicdan sesi, Semih Yalçın’ın ideolojik direnci, İsmet Büyükataman ve Tamer Osmanağaoğlu’nun vakar çizgisi, Başkanlık Divanı’ndaki tüm dava erlerinin ahlâkî duruşu; bir bütün olarak bu çağrının ete kemiğe bürünmüş hâlidir.

    Ve tam da bu noktada, Şeyh Edebali’nin asırlardır yankılanan sesiyle bir çağrı yükseliyor:

    “Gün birleşme günüdür, gün dayanışma günüdür.”

    Bu söz, sadece bir iç siyaset mesajı değildir.

    Bu, İslam dünyasına,

    Türk dünyasına,

    ve Türk milletine yönelik stratejik bir çağrıdır.

    Çünkü dağınık ve parçalı tepkilerle değil;

    tek ses,

    tek akıl,

    tek vicdan ile hareket edildiğinde küresel dengelere yön verilebilir.

    Bu anlayışla, çağrımız nettir:

    Gelin, kibre karşı vakarla, ayrılığa karşı birlikle, zillete karşı izzetle yürüyelim.

    Bugün değilse ne zaman?

    Kim değilse biz kimiz?

    Gün birleşme günüdür, gün dayanışma günüdür.

  • KARDEŞLİĞİN HEDEF ALINDIĞI CEPHE: İRAN VE 12 GÜN SAVAŞI

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    (Prof. Dr. İbrahim Öztek’in görüşlerinden derlenmiş ve yorumlanmıştır.)

    “Savaşta analar ağlar, kültürel varlıklar kül olur.” Bu söz, yalnızca duygusal bir sitem değil, tarihin her döneminde tekrarlanmış trajik bir gerçeğin çığlığıdır. Bugün bu çığlık; kadim medeniyetlerin kesişim noktası olan İran coğrafyasından, tarihsel kardeşliğin hedef alındığı bir cepheden yükseliyor.

    1. İran: Türk Tarihinin Coğrafyası

    İran; sınır komşumuz değil, aynı zamanda tarihsel belleğimizin bir parçasıdır. Cumhurbaşkanı ve dinî lideri Türk olan bu ülke, yaklaşık 45 milyon Türk’ün yaşadığı, Türk–İslam medeniyetinin kurucu unsurlarını taşıyan bir toprak parçasıdır. Prof. Dr. İbrahim Öztek’in de ifade ettiği gibi, bu coğrafyada Partlar, Sakalar, Medler, ardından Oğuzlar, Karahanlılar, Gazneliler, Büyük Selçuklu, Safevîler, Kaçarlar ve Avşarlar devlet kurmuş; Azerbaycan’dan Horasan’a, Tebriz’den Kirman’a kadar Türk irfanı mayalanmıştır.

    Perslerle Türkler bu topraklarda birbirine karışmış; İran iki milletin ortak vatana dönüşmüş mozaiği hâline gelmiştir. İran, bizim sadece geçmişimiz değil; bugünümüz ve yarınımızdır.

    2. Ortak Medeniyet ve Savaşçı Ruh

    İran halkı, tarih boyunca örf, anane, inanç ve mücadele ruhu bakımından Türklerle iç içe yaşamış; hem medrese hem de savaş meydanlarında aynı dualarla yola çıkmıştır. İran’ın devlet yapısı, kadim kültürü ve mukavemet gücü; İslam dünyasında nadir görülen bir süreklilik sunar.

    Ne var ki bugün bu süreklilik hedef alınmıştır. İran, yıllardır sürdürdüğü nükleer enerji yatırımlarıyla sadece teknolojik değil; aynı zamanda stratejik bağımsızlık kurmaya çalışmaktadır. Kurduğu reaktörler, yetiştirdiği bilim insanları ve altyapı projeleri, dış müdahale korkusuna karşı bir “direniş hattı” oluşturur niteliktedir.

    3. Nükleer Enerji Değil, Egemenlik Savaşı

    Dünyayı tahakküm altında tutmak isteyen küresel güçler – başta ABD ve İsrail – İran’ın nükleerleşme sürecini “barışa tehdit” olarak sunarken, gerçekte enerji merkezli bir egemenlik savaşı yürütmektedir. İran’ın petrol ve doğal gaz rezervleri bu çatışmanın görünen nedenidir; ancak asıl hedef, İran’ın bölgede bağımsız bir aktör olarak varlık göstermesini engellemektir.

    Bu savaşın adı “12 Gün” olabilir; ancak hedefi 12 yüzyıllık birikimi silmek ve bu coğrafyanın hafızasını yok etmektir.

    4. İsrail ve Sessiz Oyuncular

    İsrail, nükleer kapasitesini resmen açıklamasa da bölgedeki en güçlü nükleer devlettir. İran’ın bu dengeyi bozacak seviyeye gelmesini istememektedir. Bu nedenle İran hedef alınmakta, Batı medyası üzerinden karalama kampanyaları yürütülmektedir. Ancak asıl trajedi, bu savaşta İslam coğrafyasının sessizliği ve bazı komşu devletlerin bu zulme ortak olmasıdır.

    Bu sessizlik, gelecekte Türk dünyasına ve Anadolu’ya uzanacak daha büyük krizlerin habercisidir.

    5. Savaşın Kaybedeni: Ortak Vicdan

    Bombalar yalnızca hedefleri değil; tarihi, kültürü, vicdanı ve kardeşliği de hedef alır. Tahran’da düşen bir füze, sadece bir binayı yıkmaz; Selçuklu’nun mirasını, Safevî’nin irfanını, Kaçar’ın vakarını da kül eder. Aynı zamanda Türkmen, Azeri, Afşar, Kaçar ve Karapapak soyundan gelen milyonlarca insanı bir “şüpheli unsur” hâline getirir.

    Bugün İran’ın şehirlerinde ağlayan anneler, yalnızca İranlı değil; bizim analarımızdır. Küller altından çıkan her taş, bizim medeniyetimizdir. Eğer bu savaş devam ederse; kazanan taraf olmayacak, yalnızca emperyalizmin tezgâhı kazanacaktır.

    SONUÇ: AKLIN VE VİCDANIN BİRLİĞİ

    İran’ı yalnız bırakırsak; yarın Türkiye aynı yalnızlığa mahkûm edilir. Bugün İran’ın nükleer tesisleri hedefse, yarın Türkiye’nin madenleri, enerji kaynakları, savunma sanayii hedef alınacaktır. Bu nedenle mesele yalnızca İran meselesi değil, Türk ve İslam dünyasının kendi ayakları üzerinde durup duramayacağı meselesidir.

    Bizler, Anadolu irfanının çocukları olarak biliyoruz ki:

    “Kardeşlik, tehdit değil teminattır.”

    “Barış, nükleer silahla değil; kültürel ve tarihî bağların korunmasıyla sağlanır.”

    “Gerçek düşman; Türk’ü, Kürt’ü, Fars’ı birbirine kırdırmak isteyen küresel akıldır.”

    Bu savaşta tarafımız nettir:

    Ahlâk, adalet, tarihî bilinç ve kardeşlik hukuku.

    📌 Kaynaklar:

    1. Öztek, İ. (2024). Kardeş İran ve 12 Gün Savaşı. Anadolu Aydınlar Ocağı Yayınları.

    2. Genç, C. (2025). Türk Dünyasında Stratejik Kırılmalar ve Küresel Müdahale Planları. Özgün Makale.

    3. Keddie, N. R. (2006). Modern Iran: Roots and Results of Revolution. Yale University Press.

    4. Hunter, S. (2010). Iran’s Foreign Policy in the Post-Soviet Era. Praeger Security International.

    5. Türkiye Enerji ve Nükleer Strateji Derneği (TENSD). (2023). İran’ın Nükleer Programı ve Bölgesel Etkileri.

  • KARDEŞLİĞİN HEDEF ALINDIĞI CEPHE: İRAN VE 12 GÜN SAVAŞI

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    (Prof. Dr. İbrahim Öztek’in görüşlerinden derlenmiş ve yorumlanmıştır.)

    “Savaşta analar ağlar, kültürel varlıklar kül olur.” Bu söz, yalnızca duygusal bir sitem değil, tarihin her döneminde tekrarlanmış trajik bir gerçeğin çığlığıdır. Bugün bu çığlık; kadim medeniyetlerin kesişim noktası olan İran coğrafyasından, tarihsel kardeşliğin hedef alındığı bir cepheden yükseliyor.

    1. İran: Türk Tarihinin Coğrafyası

    İran; sınır komşumuz değil, aynı zamanda tarihsel belleğimizin bir parçasıdır. Cumhurbaşkanı ve dinî lideri Türk olan bu ülke, yaklaşık 45 milyon Türk’ün yaşadığı, Türk–İslam medeniyetinin kurucu unsurlarını taşıyan bir toprak parçasıdır. Prof. Dr. İbrahim Öztek’in de ifade ettiği gibi, bu coğrafyada Partlar, Sakalar, Medler, ardından Oğuzlar, Karahanlılar, Gazneliler, Büyük Selçuklu, Safevîler, Kaçarlar ve Avşarlar devlet kurmuş; Azerbaycan’dan Horasan’a, Tebriz’den Kirman’a kadar Türk irfanı mayalanmıştır.

    Perslerle Türkler bu topraklarda birbirine karışmış; İran iki milletin ortak vatana dönüşmüş mozaiği hâline gelmiştir. İran, bizim sadece geçmişimiz değil; bugünümüz ve yarınımızdır.

    2. Ortak Medeniyet ve Savaşçı Ruh

    İran halkı, tarih boyunca örf, anane, inanç ve mücadele ruhu bakımından Türklerle iç içe yaşamış; hem medrese hem de savaş meydanlarında aynı dualarla yola çıkmıştır. İran’ın devlet yapısı, kadim kültürü ve mukavemet gücü; İslam dünyasında nadir görülen bir süreklilik sunar.

    Ne var ki bugün bu süreklilik hedef alınmıştır. İran, yıllardır sürdürdüğü nükleer enerji yatırımlarıyla sadece teknolojik değil; aynı zamanda stratejik bağımsızlık kurmaya çalışmaktadır. Kurduğu reaktörler, yetiştirdiği bilim insanları ve altyapı projeleri, dış müdahale korkusuna karşı bir “direniş hattı” oluşturur niteliktedir.

    3. Nükleer Enerji Değil, Egemenlik Savaşı

    Dünyayı tahakküm altında tutmak isteyen küresel güçler – başta ABD ve İsrail – İran’ın nükleerleşme sürecini “barışa tehdit” olarak sunarken, gerçekte enerji merkezli bir egemenlik savaşı yürütmektedir. İran’ın petrol ve doğal gaz rezervleri bu çatışmanın görünen nedenidir; ancak asıl hedef, İran’ın bölgede bağımsız bir aktör olarak varlık göstermesini engellemektir.

    Bu savaşın adı “12 Gün” olabilir; ancak hedefi 12 yüzyıllık birikimi silmek ve bu coğrafyanın hafızasını yok etmektir.

    4. İsrail ve Sessiz Oyuncular

    İsrail, nükleer kapasitesini resmen açıklamasa da bölgedeki en güçlü nükleer devlettir. İran’ın bu dengeyi bozacak seviyeye gelmesini istememektedir. Bu nedenle İran hedef alınmakta, Batı medyası üzerinden karalama kampanyaları yürütülmektedir. Ancak asıl trajedi, bu savaşta İslam coğrafyasının sessizliği ve bazı komşu devletlerin bu zulme ortak olmasıdır.

    Bu sessizlik, gelecekte Türk dünyasına ve Anadolu’ya uzanacak daha büyük krizlerin habercisidir.

    5. Savaşın Kaybedeni: Ortak Vicdan

    Bombalar yalnızca hedefleri değil; tarihi, kültürü, vicdanı ve kardeşliği de hedef alır. Tahran’da düşen bir füze, sadece bir binayı yıkmaz; Selçuklu’nun mirasını, Safevî’nin irfanını, Kaçar’ın vakarını da kül eder. Aynı zamanda Türkmen, Azeri, Afşar, Kaçar ve Karapapak soyundan gelen milyonlarca insanı bir “şüpheli unsur” hâline getirir.

    Bugün İran’ın şehirlerinde ağlayan anneler, yalnızca İranlı değil; bizim analarımızdır. Küller altından çıkan her taş, bizim medeniyetimizdir. Eğer bu savaş devam ederse; kazanan taraf olmayacak, yalnızca emperyalizmin tezgâhı kazanacaktır.

    SONUÇ: AKLIN VE VİCDANIN BİRLİĞİ

    İran’ı yalnız bırakırsak; yarın Türkiye aynı yalnızlığa mahkûm edilir. Bugün İran’ın nükleer tesisleri hedefse, yarın Türkiye’nin madenleri, enerji kaynakları, savunma sanayii hedef alınacaktır. Bu nedenle mesele yalnızca İran meselesi değil, Türk ve İslam dünyasının kendi ayakları üzerinde durup duramayacağı meselesidir.

    Bizler, Anadolu irfanının çocukları olarak biliyoruz ki:

    “Kardeşlik, tehdit değil teminattır.”

    “Barış, nükleer silahla değil; kültürel ve tarihî bağların korunmasıyla sağlanır.”

    “Gerçek düşman; Türk’ü, Kürt’ü, Fars’ı birbirine kırdırmak isteyen küresel akıldır.”

    Bu savaşta tarafımız nettir:

    Ahlâk, adalet, tarihî bilinç ve kardeşlik hukuku.

    📌 Kaynaklar:

    1. Öztek, İ. (2024). Kardeş İran ve 12 Gün Savaşı. Anadolu Aydınlar Ocağı Yayınları.

    2. Genç, C. (2025). Türk Dünyasında Stratejik Kırılmalar ve Küresel Müdahale Planları. Özgün Makale.

    3. Keddie, N. R. (2006). Modern Iran: Roots and Results of Revolution. Yale University Press.

    4. Hunter, S. (2010). Iran’s Foreign Policy in the Post-Soviet Era. Praeger Security International.

    5. Türkiye Enerji ve Nükleer Strateji Derneği (TENSD). (2023). İran’ın Nükleer Programı ve Bölgesel Etkileri.

  • STRATEJİK DURUŞ VE KÜRESEL DENGELERE KARŞI MİLLİ MUHALEFET:

    DEVLET BAHÇELİ’NİN SEKİZ SÖZÜNDE SEKİZ GERÇEK

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin, 6 Temmuz 2025 tarihinde ATO Congresium’da yapılan davette verdiği mesajlar, sadece bir partinin iç düzenine değil; Türk milletinin kader çizgisine, devlet aklına ve küresel stratejilere yön veren kapsamda bir “manifesto” niteliğindedir.

    Bu açıklamalar sekiz temel başlıkta toplanabilir:

    1. “Asırlık Birlik, Sonsuz Kardeşlik, Terörsüz Türkiye” İdeali

    Bahçeli’nin bu ifadede özetlediği hedef, yalnızca bir iç güvenlik temennisi değil, Türk milletinin iç barışla, dış tehditlere karşı yekvücut bir duruşla var olma mücadelesidir. Bu, bir çağrı değil; bir istiklal ve istikbal bildirisidir. “Terörsüz Türkiye”, sadece dağdan inen silahın susturulması değil; kalplerdeki kin, siyasetteki gaflet ve medya dilindeki ihanetin de tasfiyesidir.

    2. “Bölgesel Dayanışma, Küresel Dayatma Karşısında Direniş”

    Sayın Bahçeli, Türkiye’nin çevresinde şekillenen Atlantik merkezli baskılara karşı, Türk dünyasıyla, İslam coğrafyasıyla, mazlum milletlerle omuz omuza verilmesi gerektiğini açıkça belirtmektedir. Bu, sadece dış politik bir tercih değil; tarihî ve jeopolitik bir mecburiyettir. İran, Azerbaycan, Kıbrıs, Suriye ve Türkistan hattı birlikte değerlendirilmeden bir “millî direniş stratejisi” kurulamaz.

    3. “Devletin Bekası, Partilerin Hesabından Üstündür”

    Lider, bu sözüyle bir kez daha şahsi ikbal değil, devlet aklı ve millet geleceğini öncelediğini ilan etmiştir. Bu, Başbuğ Alparslan Türkeş’in “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” düsturunun güncel karşılığıdır. Bahçeli, bu sözle partisini bir menfaat kulübü değil, bir millî güvenlik parametresi olarak konumlandırmaktadır.

    4. “Kibir, Teşkilatın Kanını Kurutur”

    MHP’nin tüm kadrolarına verilen bu uyarı, sadece bir terbiye çağrısı değil; aynı zamanda sahicilik, sadelik ve dava ahlakı vurgusudur. Bugünün siyasi atmosferinde, reklamla algı yaratanların değil; emeğiyle, duruşuyla ve vefasıyla yoğrulmuşların kıymet gördüğü bir teşkilat modeli Bahçeli tarafından hatırlatılmıştır. Kibir, teşkilatı çürütür; tevazu ise diriltir.

    5. “Meclis Kürsüsü Millî Vicdanın Kürsüsüdür”

    TBMM’de yürütülen muhalefet anlayışına yönelik bu ifade, MHP’nin milletin sesi olma misyonunu hatırlatır. Her bir kelimenin, ekranlarda değil, milletin vicdanında yankı bulması gerektiği belirtilmiştir. İzzet Ulvi Yönter gibi isimlerin kürsüdeki dik duruşları, bu stratejinin uygulamada da karşılık bulduğunun göstergesidir.

    6. “Türklük Gururdur, İslam Ahlaktır, Ülkücülük Onurdur”

    Bu cümle; kimlik, inanç ve misyonun üç sütununu tanımlar. Bahçeli bu sözle, ideolojik çözülmeye karşı bir hat çekmiş, Türk-İslam ülküsünün felsefi temelini bir kez daha hatırlatmıştır. Bu söylem; millî bilinci küresel asimilasyona karşı diri tutan bir hafıza haritasıdır.

    7. “Türk Gençliği, Dava Bayrağının Yegâne Varisidir”

    Ülkü Ocakları ve teşkilat gençliği, Bahçeli’nin ifadesiyle sadece birer “genç seçmen” değil, aynı zamanda yarının komutanı, şairi, mühendisi, diplomatı olacaktır. Bu vizyon, Tamer Osmanağaoğlu’nun gençliğe yönelik açıklamalarıyla da perçinlenmiştir. MHP’de gençlik, sadece bir “propaganda nesnesi” değil, geleceğin kurucu iradesidir.

    8. “Yerli ve Millî Hukuk, Adaletin Teminatıdır”

    Feti Yıldız’ın hukuk vurgusu ile birleşen bu söylem, küresel güç odaklarının yargı üzerinden Türkiye’yi kıskaca alma stratejisine karşı yerli bir hukuk sisteminin inşasını savunmaktadır. Bahçeli, bu başlık altında sadece yargı bağımsızlığını değil, yargının milletle aidiyet ilişkisini de esas almaktadır.

    ÇAĞRI, HATIRLATMA ve VİCDAN BULUŞMASI (GENİŞLETİLMİŞ YENİDEN ÇAĞRI)

    Gönlümüzün sinesine işlenmiş bir mücadelenin adıdır Milliyetçi Hareket Partisi.

    Her adımı alın teriyle, çileyle, bedel ödeyerek çıkılmış bir seyrüseferin istikametidir.

    Bizler bu hareketin yalnızca sempatizanı değil, harcında alın teri, duvarında yürek taşı olan mensuplarıyız.

    Ben, geçmişte teşkilatlardan sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevinde bulunmuş;

    Ülkü Ocakları’nın kuruluş hamlelerinden, ilçe teşkilatlarının temel taşlarına,

    Genel Merkez kadrolarına ve nihayetinde 12 Eylül zindanlarına kadar her safhada bu davanın yükünü omuzlamış bir nefer olarak,

    bugün bir kez daha, vicdanen çağrıda bulunuyorum:

    Artık birleşme vaktidir.

    🔹 Dün ATO Congresium’daki buluşma sadece bir yemek değil;

    bir vizyonun, bir sadakatin, bir liderliğin yeniden ilanıdır.

    🔹 Prof. Dr. Mevlüt Karakaya’nın ekonomik vizyonu,

    🔹 İsmet Büyükataman’ın teşkilat disiplini,

    🔹 Osmanağaoğlu’nun gençlik önderliği,

    🔹 Yıldız’ın hukuki teminatı,

    🔹 Yönter’in gür sesi,

    🔹 Sadir Durmaz’ın yerel direnci —

    bu birlik ruhunu taşımaktadır.

    Bu mesajlar sosyal medya paylaşımı değildir sadece…

    Bunlar, birer sadakat yeminidir.

    Peki ya sustuklarına ne demeli?

    Dün bu davaya ağlayarak hizmet eden,

    bugün sessiz kalanlar, vicdanın terazisine ne koyacaklar?

    Şimdi yeniden davet ediyorum:

    Gelin yeniden bir olalım.

    Küslükle değil, kardeşlikle konuşalım.

    Makam için değil, vatan için birleşelim.

    Çünkü bu dava, dün “idam sehpasında” alınan duanın mirasıdır.

    Ve unutmayın:

    “Bir mum, diğerini tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.” – Mevlânâ

    “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” – Şeyh Edebali

    Bu bir çağrıdır.

    Birleşme çağrısıdır.

    Vicdan çağrısıdır.

    Türklüğe, İslam’a, millete ve tarihe verilen sözün yeniden hatırlatılmasıdır.

    KAYNAKÇA

    • Bahçeli, D. (2025, 6 Temmuz). ATO Congresium konuşması.

    • MHP Genel Merkez (@MHP_Bilgi). (2025, Temmuz). X (Twitter) paylaşımları.

    • Karakaya, M., Büyükataman, İ., Osmanağaoğlu, T., Yıldız, F., Yönter, İ. U., Durmaz, S. (2025). Sosyal medya ve basın açıklamaları.

    • Mevlânâ Celaleddin Rûmî. (13. yy). Mesnevî.

    • Şeyh Edebali. (13. yy). Nasihatname, TTK Yayınları.

    Yeni bir versiyon, görsel veya PDF olarak da isterseniz hemen hazırlayabilirim.

    Devamı gelsin mi? Yoksa bu versiyon final olarak mı kaydedilsin?

  • SESİMİZ ENGELLENSE DE VATAN DİYE YAZMAKTAN VAZGEÇMEYECEĞİZ

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    Biz bu kalemle düşman ilan etmedik, kardeşlerimize seslendik.

    Biz çağrı yaptık, iftira atmadık.

    Sözümüz bölmek için değil, birleştirmek içindi.

    Davetimiz nefret için değil, bayrak için, ezan için, vatan için yapıldı.

    Bugün sosyal medyada bazı yazılarımız, kimliği belirsiz ellerce engelleniyor.

    Bizim tek silahımız kalemdi, onu da susturmak istiyorlar.

    Ancak şunu herkes iyi bilsin:

    Biz kimseyi vatan haini ilan etmedik,

    Sadece vatan için uyanmaya çağırdık.

    Bizim cümlelerimizde kin yoktur, ama tarih vardır.

    Bizim satırlarımızda tehdit yoktur, ama vicdan vardır.

    Sustum sanılmasın;

    sadece sesimi kısanlara sabrımı gösteriyorum.

    Ama unutulmasın:

    Sosyal medya susturabilir,

    ama kalem susmaz.

    Kalem susarsa, milletin hafızası susar.

    Ve biz o hafızanın bekçileriyiz.

    Bugün yazılarımızı gizleyenler yarın milletin vicdanından da gizleyemeyecekler.

    Sözümüz yine birdir, çağrımız yine açıktır:

    Gelin, bir olalım.

    Gelin, ezan susmasın diye omuz omuza verelim.

    Gelin, beka için, birlik için, Allah için konuşalım.

    Çünkü biz düşmanlık için değil,

    sadakat ve ahlak için konuşuyoruz.

  • SUSKUNLUĞUN BEDENİ YAZAR, KALBİ YAKAR: SESİMİZİ KISMAYA KİMSENİN GÜCÜ YETMEZ

    SUSKUNLUĞUN BEDENİ YAZAR, KALBİ YAKAR: SESİMİZİ KISMAYA KİMSENİN GÜCÜ YETMEZ

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    Soluk al da düşün…

    Kim susturulmak isteniyor?

    Kim görünmez bir perdenin arkasından, harfleri boğmaya çalışıyor?

    Ve en önemlisi, neden?

    Biz bu kalemi boşuna çekmedik kınından.

    Bu kalem, reklâm yapmaz; bu kalem, rızasız yazmaz.

    Bu kalem yalnızca milletin namusu, devletin bekası, Allah’ın rızası için oynar satırlarda.

    Ama bugün bazı “görünmeyen” eller, bizi susturmak istiyor.

    Kim olduklarını bilmiyoruz.

    Ama ne istediklerini çok iyi biliyoruz:

    Unutulmak.

    Silinmek.

    Yok sayılmak.

    Bizim kelimemiz öyle sıradan bir cümle değildir.

    Her harfi, geçmişin bir çığlığıdır.

    Her satırı, geleceğe yazılmış bir vasiyettir.

    Ve bu satırları susturmak isteyenler, sadece bizi değil;

    tarihi, vicdanı ve hakikati sansürlemektedir.

    Bize ne yaptılar, biliyor musunuz?

    Yazılarımızı sildiler.

    Çağrılarımızı gizlediler.

    Paylaşımlarımızı engellediler.

    Ama şunu hâlâ anlayamadılar:

    Biz yazmak için bir mecraya değil, bir davaya inanıyoruz.

    Ve biz inanırız ki:

    “Bir mum, diğerini tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.”

    Bugün “solanlar” var.

    Bir zamanlar yanan ama şimdi sönmeye yüz tutmuş yürekler…

    Küsmüş, darılmış, unutmuş.

    Ama biz hatırlatıyoruz:

    Ey suskun vicdan!

    Sana yazıyoruz.

    Çünkü bizim sözümüz; “beğeni” için değil,

    bedel ödemiş yüreklerin içindir.

    Bize “çok konuşuyorsun” diyenlere cevabımızdır:

    Çünkü çok sustuk, devlet sustuğunda.

    Çünkü çok bekledik, millet gözyaşı dökerken.

    Çünkü çok kandık, kardeşi kardeşe düşüren fitnelere.

    Ve şimdi sadece çağırıyoruz:

    • Kardeşliğe,

    • Dirilişe,

    • Vicdanın birliğine…

    Bu sadece bir yazı değil; bir yemin, bir sesleniştir:

    Biz kimseyi hain ilan etmedik.

    Ama hainliğe susanları da dost görmedik.

    Biz düşmanlık için değil, sadakat için yazıyoruz.

    İntikam için değil, adalet için yazıyoruz.

    İftirayla değil, imanla konuşuyoruz.

    Unutma:

    Eğer kalem susarsa, tarih kör kalır.

    Eğer vicdan susarsa, gelecek dilsiz doğar.

    Biz kalemimizi kıramayanlara hatırlatıyoruz:

    Kalem bizim elimizde değil; yüreğimizdedir.

    Ve yürekteki kalem, sansürle değil;

    yalnız Allah’ın iradesiyle susar.

    SON SÖZÜMÜZDÜR:

    Kalemimizi kıramazsınız.

    Yüreğimizi sansürleyemezsiniz.

    Hakikati susturamazsınız.

    Çünkü biz yazmıyoruz artık;

    Yazı, bizi yazıyor.

    Ve bu milletin evlatları, günü geldiğinde şu cümleyi hatırlayacak:

    “Birileri sustu, biz haykırdık.

    Birileri unuttu, biz hatırlattık.

    Birileri gizledi, biz yazdık.”

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

  • DEMİR KUBBE ÇÖKERKEN: YENİ DÜNYA DÜZENİ Mİ, YENİ HARİTA MI?

    DEMİR KUBBE ÇÖKERKEN: YENİ DÜNYA DÜZENİ Mİ, YENİ HARİTA MI?

    Araştırmacı Yazar: Cengiz Genç

    I. ALGILARIN ÇÖKÜŞÜ: DEMİR KUBBE BİR SİSTEMDEN FAZLASIDIR

    İran-İsrail savaşı, ilk bakışta iki ülkenin askeri çatışması gibi görünse de, sahnelenen bu harp; esasen küresel güvenlik sistemlerinin sorgulandığı bir laboratuvar hâline gelmiştir. İsrail’in “yenilmez kalkanı” olarak lanse edilen Demir Kubbe, artık sadece askeri bir savunma sistemi değil; Batı medeniyetinin “mutlak güvenlik” algısının teknolojik tezahürüdür.

    İran’ın çok katmanlı saldırı planlaması –drone sürüleriyle Demir Kubbe’yi yanıltıp ardından füze dalgası başlatması– savaş tarihinde yeni bir asimetrik harp evresini başlatmıştır. Buradaki asıl mesaj; “yüksek teknolojiye güvenerek kibrin zirvesine çıkanlar, temelini ihmal ettikleri hakikatle yıkılır” şeklindedir.

    II. ARZ-I MEVUD GÖLGESİNDE: BİR HARİTA, BİR PLAN, BİR ÇÖKÜŞ

    Görselde paylaşılan haritada “Büyük İsrail – Arz-ı Mevud” ibaresiyle gösterilen coğrafya; yalnızca tarihsel bir iddianın izdüşümü değil, aynı zamanda Batı merkezli planların psikolojik altyapısıdır. Nil’den Fırat’a uzanan bu hayal, İsrail’in uluslararası ilişkilerdeki tüm hamlelerinin arka planında zihinsel bir koordinat sistemidir.

    Her kesim, kendi siyasi gündemiyle meşgulken (“AKP’liler Yeni Osmanlı”, “HDP’liler Kürdistan”, “CHP’liler Atatürkçülük”, “MHP’liler beka”), asıl büyük strateji sessizce uygulanmaktadır: Etnik parçalara ayrılmış bir Ortadoğu, kolay kontrol edilen mikro devletçikler, enerji ve su kaynakları üzerinde küresel denetim.

    Bu planın başarısı için gereken ön şart: Türkiye’nin içten zayıflatılmasıdır.

    III. SAVAŞ DEĞİL, SENARYO: KÜRESEL AKLIN TİYATROSU

    İran-İsrail çatışması, gerçek bir savaş olmanın ötesinde, küresel aklın sahnelediği bir tiyatro olabilir mi?

    • İsrail’in Demir Kubbe’si neden bu kadar kolay çöktü?

    • Çin ve Rusya’dan gelen destek iddiaları neden teyit edilemiyor?

    • Pakistan’ın nükleer tehdidi gerçekten Tahran’ı mı, yoksa İsrail’i mi tehdit ediyor?

    Tüm bu sorular, kontrollü bir kriz ortamının yaratıldığını düşündürmektedir. Bu da bize şu teorik çerçeveyi sunar:

    “Bir bölgeyi kontrol etmek istiyorsan önce kaosa sürükle. Sonra çözüm sunan olarak ortaya çık ve yeni haritayı çiz.”

    IV. DİPLOMASİ VE SESSİZLİĞİN ARASINDA: TÜRKİYE’NİN KONUMU

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “denge siyaseti” söylemleri, Türkiye’nin pozisyonunu aktif tarafsızlık çerçevesinde tutmakla birlikte, “katil İsrail” vurgusu ile vicdani diplomasi arasında bir çizgi çekmektedir. Bu çizgi, hem içeride birliği koruma hem de dışarıda oyunu bozmadan ayakta kalma stratejisidir.

    Ancak Türkiye’nin bu denge çizgisi, sadece siyasi değil, tarihî ve coğrafi olarak da kritik bir kırılma hattıdır. Fırat’ın doğusu, Hatay’ın güneyi, Kuzey Irak hattı… Bunların hepsi, “Arz-ı Mevud” planının jeopolitik omurgasını oluşturmaktadır.

    V. SONUÇ: BİR ÇAĞRI, BİR YUMRUK, BİR IŞIK

    Rıfat Ilgaz’ın satırlarıyla açılan bu görsel; aslında bir şiir değil, bir uyanış çağrısıdır:

    “Kaldır başını kan uykulardan…

    Ses ol, ışık ol, yumruk ol…”

    Bugün mesele sadece İsrail değildir. Mesele, bir milletin aklının susturulması, vicdanının susturulması ve geleceğinin haritayla yeniden çizilmesidir.

    Her siyasi görüşün kendi sloganına kapıldığı bu hengâmede; asıl fark edilmesi gereken, haritanın sessizce değiştiği, zihinsel haritanın da buna göre şekillendiğidir.

    Demir Kubbe çöküyor olabilir. Ama esas çöküş; teknolojinin değil, medeniyetin vicdanının çöküşüdür.

    KAYNAKÇA:

    • Al Jazeera English, “Iron Dome Under Fire”, 2024

    • AA & TRT Haber, “İran-İsrail Çatışması Analizleri”, 2025

    • GlobalSecurity.org – Middle East Missile Systems

    • Türkiye Jeopolitik Strateji Merkezi (TJSAM) – Arz-ı Mevud Haritaları, 2023

    • “Nil’den Fırat’a: İsrail’in Tarihsel Harita Politikaları”, Prof. M. Rauf Aydın, 2020

    • Cengiz Genç, “Demir Kubbe’nin Ardındaki Gerçek”, 2025

  • AYNI ÜLKÜNÜN YOLCUSUYUZ

    AYNI ÜLKÜNÜN YOLCUSUYUZ

    Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Mevlüt Karakaya Beyefendiyi, Bala İlçe Başkanımız Bayram Özdemir ve MYK Üyemiz Sadık Binerbay ile birlikte makamında ziyaret ettik.

    Bu ziyaret; sadece bir protokol değil, bir dava sadakatinin, hemşerilik vefasının ve teşkilat birliğinin simgesi oldu.

    Sayın Genel Başkan Yardımcımızın tevazusu, içtenliği ve samimi kucaklayışı; bizlere bir kez daha gösterdi ki:

    “Liderine bağlı kadrolar, inancına sadık neferler ve milletine adanmış teşkilatlar oldukça; bu kutlu yürüyüşü hiçbir güç durduramaz.”

    Birliğin gücünü, beraberliğin huzurunu ve ülküdaşlığın maneviyatını yürekten hissettiğimiz bu anlamlı buluşmadan büyük memnuniyet duydum.

    📌 Hemşerilik bilinciyle, dava şuuru içinde…

    📌 Omuz omuza, gönül gönüle, aynı bayrağın altında…

    Birliğimiz ve beraberliğimiz daim olsun!

  • TERÖR OLMASAYDI: PKK’SIZ 40 YILDA TÜRKİYE NASIL BİR GÜÇ OLURDU?

    TERÖR OLMASAYDI: PKK’SIZ 40 YILDA TÜRKİYE NASIL BİR GÜÇ OLURDU?

    ✍🏻 Araştırmacı-Yazar: Cengiz Genç

    I. GİRİŞ: BEKA MÜCADELESİ VE KAYIP NESİLLER

    Türkiye, 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla başlayan terörle mücadelesini yalnızca güvenlik alanında değil; ekonomik, sosyal, teknolojik ve diplomatik alanlarda da ağır bir bedel ödeyerek sürdürmüştür. PKK ve uzantılarının Türkiye’ye verdiği zararın maliyeti yalnızca kaybedilen canlarla değil, geleceği inşa edecek kaynakların heba edilmesiyle ölçülmelidir. Bu analiz, “terör olmasaydı Türkiye bugün nerede olurdu?” sorusuna, rakamlarla, stratejik senaryolarla ve tarihsel perspektifle yanıt vermektedir.

    II. TERÖRLE MÜCADELENİN EKONOMİK MALİYETİ

    1. Doğrudan Maliyetler (1984–2024)

    • Savunma ve güvenlik harcamaları: Yaklaşık 2 trilyon TL (2024 fiyatlarıyla 200 milyar dolar)

    • İç güvenlik personeli ve lojistik giderleri: 700 milyar TL

    • Terör kaynaklı altyapı yıkımı ve yeniden inşa maliyeti: 300 milyar TL

    • Terör mağdurlarına yönelik sosyal yardımlar, şehit tazminatları, gazilik ödemeleri: 250 milyar TL

    • Sınır ötesi operasyonların toplam maliyeti: 150 milyar dolar

    • Toplam tahmini doğrudan ekonomik maliyet: Yaklaşık 1 trilyon dolar

    2. Dolaylı Maliyetler

    • Yatırımcı güveni kaybı, bölgesel kalkınma farklılıkları: 300 milyar dolarlık GSYH kaybı

    • Turizmde kayıplar (özellikle 1990–2005): 250 milyar dolar

    • Doğu ve Güneydoğu’daki beyin göçü ve eğitim yetersizliği: 3–5 milyon insanın üretimden kopuşu

    • Toplam dolaylı maliyet: 600 milyar dolar

    Türkiye’nin teröre ödediği toplam fatura yaklaşık 1,6 trilyon doları aşmıştır. Bu sadece bir rakam değil, tarihî bir kaybın adı olmuştur.

    III. PKK OLMASAYDI NE OLURDU?

    1. Savunma Sanayi

    Teröre harcanan kaynakların bir kısmı dahi teknolojiye aktarılmış olsaydı, Türkiye bugün KAAN’ın değil, 6. nesil insansız savaş jetlerinin testlerini konuşuyor olurdu. TCG Anadolu’nun ötesinde uçak gemisi inşa eden, tüm zırhlı birliklerini %100 yerli üretimle donatmış bir ülke olurduk. NATO’ya teknoloji satan, Ortadoğu’ya hava savunma sistemleri ihraç eden bir devlet konumuna gelirdik.

    2. Eğitim ve İnsan Kaynağı

    Eğitime yönlendirilmiş sadece %25’lik bir bütçeyle kırsalda her köyde yüksek hızlı internetli okullar kurulabilir, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 30 yeni üniversite açılabilir, 2 milyon öğrenciye uluslararası burs sağlanabilir ve beyin göçü yerine beyin dönüşü yaşanabilirdi.

    3. Sağlık ve Sosyal Kalkınma

    5.000 hastane, 20.000 Aile Sağlığı Merkezi, AB ortalamasının altında bebek ölüm oranı, kırsalda 20 milyon vatandaş için modern sağlık hizmeti, sağlık turizminden 20 milyar dolarlık ek gelir mümkün olurdu.

    4. Ekonomik Sıçrama

    Türkiye’nin GSYH’si 2024 itibarıyla 1,1 trilyon dolar değil, 5 trilyon dolar sınırına ulaşmış olurdu. Kişi başı gelir 45.000 dolara çıkabilir, İstanbul küresel bir finans metropolüne dönüşebilirdi. Teknoloji Vadileri, dijital altyapılar ve üretim üsleriyle Türkiye yalnızca bölgesel değil, küresel güç olurdu.

    5. Diplomatik Etki

    Terörden arındırılmış bir Türkiye, Türk-İslam dünyasının lideri olarak NATO’dan Şanghay İşbirliği Örgütü’ne kadar çok kutuplu sistemde etkili bir oyuncu hâline gelirdi. Batı’nın gözünde terörle mücadele eden değil, teknoloji ve medeniyet üreten bir güç olarak tanımlanırdı.

    IV. TERÖRÜN TEKNOLOJİK GECİKTİRME ETKİSİ

    Terör nedeniyle Türkiye, AR-GE’de 15 yıl gecikmiştir. Mühendislik ve yazılım gibi alanlarda yetişmiş insan kaynağının %30’u güvenlik alanlarına yönlendirilmiş; 1990’larda başlatılan pek çok insansız sistem projesi askıya alınmış veya sekteye uğramıştır. Terör, sadece sınır güvenliğini değil, zihinsel kalkınmayı da engellemiştir.

    V. STRATEJİK YAPILANMA İÇİN BEŞ ADIM

    1. Terörsüz Türkiye vizyonu stratejik planlara dahil edilmelidir.

    2. Millî savunma sanayii, ürün odaklı değil; etki odaklı yaygınlaştırılmalıdır.

    3. Doğu ve Güneydoğu’daki bölgeler, savunma sanayi alt üretim merkezleri hâline getirilmelidir.

    4. Yeni bir eğitim modeliyle bölgesel eşitsizlikler kaldırılmalı, teknoloji okuryazarlığı güçlendirilmelidir.

    5. Terör muhasebesi yapılmalı; bakanlıklar, yıllık sosyal ve ekonomik raporlar ile toplumsal hafızayı diri tutmalıdır.

    DEVLET BAHÇELİ’NİN HAKLI ÇIKIŞI: SİYASAL DEĞİL, STRATEJİK BİR DURUŞ

    Bugün hâlâ PKK bitmemişse, bu yalnızca teröristlerin dağdaki varlığıyla değil; mecliste, medyada, sözde muhalefet kürsülerinde örgüte kol kanat geren anlayışla da ilgilidir.

    Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “PKK silah bırakmalıdır, bıraktırılmalıdır” çağrısı; bir siyasal duruş değil, bir milletin geleceğini savunma iradesidir.

    Bu çağrının isabeti, yıllardır bombalanan dağlardan değil, bombalanamayan sistemsel gevşeklikten okunmalıdır.

    Bu kadar kaynağa ve mücadeleye rağmen, PKK’nın hâlâ yok olmamış olması, uçaklarla dağlar bombalanırken örgütün köklerine zarar verilememesi, “mücadele biçiminin sorgulanması gerektiğini” açıkça ortaya koymaktadır.

    MHP’DEN SERT TEPKİLER: TERÖRE SUSANLARA TARİH HESAP SORAR

    📌 MHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Semih Yalçın, İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’na:

    “Hıyanetin zekâtı olmaz” diyerek, terörle flört eden siyasete kapıları kapatmıştır.

    📌 MHP MYK Üyesi İsmail Özdemir, Lütfü Türkkan’a:

    “Namussuzlukta eşi benzeri görülmedi” çıkışıyla, Türk milletinin vicdanına tercüman olmuştur.

    Bu sözler, yalnızca polemik değil; teröre karşı verilen mücadelenin onur manifestosudur.

    Türkiye’nin terörle kaybettiği 40 yıl, sadece bir güvenlik krizi değil; bir kalkınma devriminden mahrum bırakılmış bir yüzyıldır.

    Ama hâlâ geç değil.

    “Savunma yalnızca cephede değil; akılda, vizyonda ve gelecek tasarımında kazanılır.”

    VI. SONUÇ: BİR TERÖR, BİR NESİL, BİR YÜZYIL

    PKK ve benzeri yapılarla verilen mücadele, sadece askerî değil; kültürel, ekonomik ve tarihsel bir yıpranma sürecidir.

    Savunma ve güvenlik harcamaları: Yaklaşık 2 trilyon TL (2024 fiyatlarıyla 200 milyar dolar)

    • İç güvenlik personeli ve lojistik giderleri: 700 milyar TL

    • Terör kaynaklı altyapı yıkımı ve yeniden inşa maliyeti: 300 milyar TL

    • Terör mağdurlarına yönelik sosyal yardımlar, şehit tazminatları, gazilik ödemeleri: 250 milyar TL

    • Sınır ötesi operasyonların toplam maliyeti: 150 milyar dolar

    • Toplam tahmini doğrudan ekonomik maliyet: Yaklaşık 1 trilyon dolar

    Eğer Türkiye bu savaşı yaşamamış olsaydı, yalnızca “daha zengin” değil, aynı zamanda daha üretken, daha güçlü ve küresel ölçekte daha belirleyici bir ülke olacaktı. Kişi başı gelir 12.000 değil, 45.000 dolar seviyesine çıkabilirdi. Türkiye’nin 2024’teki GSYH’si 1,1 trilyon dolar değil, 4,5–5 trilyon dolar aralığında olurdu.

    Bugün geldiğimiz noktada, terörün bedelini ödeyen bir millet olarak, artık yalnızca savunmak değil, terörsüz bir gelecek inşa etmek sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Devlet Bahçeli’nin kararlılığı, Mevlüt Karakaya’nın isabetli çıkışları, ve şimdi de Semih Yalçın ile İsmail Özdemir’in açıklamaları ile güçlenen— ideolojik ve siyasi analizleri; Prof. Dr. Mevlüt Karakaya’nın sosyal medya üzerinden yaptığı açıklama şu şekilde;

    Sn. Dervişoğlu

    Sen ne zekattan anlarsın ne de milliyetçilikten.

    Zekat farz olan maddi bir ibadettir. Manevi yönü ise olgunlukla alakalıdır.

    Milliyetçilik ise Türk milletine olan samimi bağlılık duygusudur. Milliyetçiliğin zekatı olmaz; malın zekatı olur.

    Sn. Devlet Bahçeli’nin Milliyetçiliği Türk Milleti tarafından tescillidir.

    Sizinki ise karaborsada kayıt dışı-merdiven altı milliyetçiliktir. Amiyane tabirle sap yiyip saman çıkarmışsın.

    Millete içten bağlılık duygusunun temel şartı edep ve adap sahibi olmaktır.

    Ve bu nedenle;

    Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “PKK silah bırakmalıdır, bıraktırılmalıdır” çağrısı; sadece bir siyasal duruş değil, bir milletin bekasını inşa eden tarihî bir kararlılıktır. Diplomasi ve Yumuşak Güç

    • Terörden arındırılmış bir Türkiye, İslam dünyasının güvenlik mimarisinde doğal lider olurdu.

    • Türkiye, Şangay İşbirliği Örgütü’nden NATO’ya, Türk Devletleri Teşkilatı’ndan Afrika Birliği’ne kadar çok kutuplu diplomatik etki üretirdi.

    • Batı’da “terörle mücadele anlatısı” yerine, “bilim ve teknoloji üreten İslam ülkesi” kimliğiyle yer alı

    Bu kararlılık; yalnızca bugünü değil, geleceği savunmaktır.

    Çünkü;

    Terörsüz bir Türkiye, yalnızca huzurun değil; bilimin, üretimin ve liderliğin coğrafyasıdır.

    Ve unutulmamalıdır:

    “Savunma, yalnızca cephede değil; akılda, vizyonda ve gelecek tasarımında kazanılır.”

    Kaynakça

    • Savunma Sanayii Başkanlığı (2024). Stratejik Raporlar

    • TBMM Terör ve Ekonomik Maliyet Araştırmaları (2022)

    • TÜİK – Bölgesel Kalkınma ve Terör Etkisi Raporları (2019–2023)

    • Stockholm International Peace Research Institute – SIPRI (2023)

    • SETA (2023). Terörle Mücadelenin Toplumsal Maliyeti

    • POLSAM (2025). Türkiye’nin Savunma Sanayi ve PKK Gölgesi

    • Kalkınma Bakanlığı (2016). GAP Eylem Planı İzleme Raporu

    • MHP Resmî Açıklamaları (2025): Semih Yalçın ve İsmail Özdemir’in açıklamaları

  • Töreyle kurulan yuva, milletin mayasıdır.

    Töreyle kurulan yuva, milletin mayasıdır.

    MHP Genel Başkan Yardımcımız Sn. Prof. Dr. Mevlüt Karakaya’nın öncülüğünde; İl Başkanımız, İl ve İlçe Yönetim Kurulu Üyelerimiz, belediye meclis üyelerimiz ve teşkilat mensuplarımızla birlikte Özbek ve Yaman ailelerinin evlatlarının düğününe katıldık.

    Bu anlamlı tablo, yalnızca bir düğün değil; Milliyetçi Ülkücü Hareket’in birlik, vefa ve teşkilat şuuru içinde nasıl bir milletin omurgası olduğunu bir kez daha göstermiştir.

    Çiftimize ömür boyu mutluluk diliyor, bu güçlü duruşun nişanesi olan tüm gönüldaşlarımıza teşekkür ediyorum.

    Birliğimiz, beraberliğimiz, töremiz daim olsun.

    — Cengiz Genç

    Araştırmacı-Yazar | Ülkücü Hareket Neferi

  • DEVLET BAHÇELİ: BİR LİDERLİK MİRASINA, BİR MİLLETİN BEKASINA

    DEVLET BAHÇELİ: BİR LİDERLİK MİRASINA, BİR MİLLETİN BEKASINA

    ✍🏻 Araştırmacı–Yazar: Cengiz Genç

    (Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları teşkilatlarında uzun yıllar görev yapmış; 12 Eylül’de Mamak’ta tutuklanmış, C-5’te işkence görmüş, TRT’deki görevinden alınmış; 40 yılı aşkın süredir yazan bir Ülkücü neferin tanıklığıyla) Cengiz Genç

    (Alıntılar ve analizler: www.edirneyiseviyorum.com / “Cengiz Genç Yazdı” köşesi, 2025)

    DİJİTAL SANSÜR VE İDEOLOJİK KIRILMA NOKTASI

    Bugün sosyal medya mecralarında; kimliği belirsiz eller tarafından yapılan müdahalelerle bazı yazılarımız silinmekte, bazı paylaşımlar görünmez kılınmaktadır. Fakat unutulmasın:

    Hakikat, algoritmalarla susturulamaz.

    Bir dava, butonlarla silinemez.

    Biz yılmayız, çünkü bu davaya makam için değil; iman için, millet için, gelecek için geldik. Ve bu değerler uğruna, yılmadan yazacağız, anlatacağız, çağıracağız.

    ⸻⸻

    I. TARİHİN EŞİĞİNDE BİR GECE: 15 TEMMUZ

    2016 yılında yazılan bir gece, sadece bir darbe girişimi değil; milletin ruhunu hedef almış küresel bir operasyondur.

    O gece ben, İstanbul sokaklarındaydım. Tanklar yollarda, uçaklar gökyüzünde, millet yüreklerdeydi.

    Sabaha kadar gözümü kırpmadım.

    Yanımda olan ve bugün hâlâ hayatta olan üç isim o gecenin canlı tanıklarıdır:

    – Ali Taşçı,

    – Metin T. Aras,

    – ve o gece görevi başında olan İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Gaffar Demir.

    Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü düşmek üzereydi.

    Gaffar Demir’le yaptığım telefon görüşmesinde haykırıyordu:

    “Son mermimize kadar çarpışacağız!

    Son kurşunlarımızı da kendimize ayırdık!”

    Bu bir devlet refleksi değil, bir millet yeminidir.

    O gece yalnızca kurşunlar sıkılmadı; milletin özüne, kardeşliğine, geleceğine saldırıldı.

    Ama ezan susmadı, bayrak inmedi, millet diz çökmedi.

    II. MÜNAFIK YÜZLER, NATO AKLI VE FETÖ

    15 Temmuz’un ardında yalnızca FETÖ yoktu.

    Onun arkasında, Türkiye’yi dizayn etmeye çalışan küresel odaklar,

    Gladio artıkları,

    Atlantik ötesi emir komuta zinciri vardı.

    FETÖ; NATO’nun iç istihbarat aparatıdır.

    Gladio; artık silahla değil, iman maskesi takmış casus yapılanmalarla çalışır.

    O gece yaşananlar, Türkiye’nin sadece güvenliğini değil;

    devlet-millet bütünlüğünü hedef alan bir yıkım planıydı.

    Ama unuttukları bir şey vardı:

    Bu milletin liderle, imanla ve ülküyle sınandığında diz çökmeyeceğiydi.

    III. BİR ÖMÜRLÜK HİZMET: ÜLKÜCÜLÜK BİR DAVADIR

    Ben bu millete sadece 15 Temmuz gecesi değil;

    – Ülkü Ocakları’nın kuruluş sürecinde,

    – İl ve ilçe teşkilatlarının yapılandırılmasında,

    – Ülkücü İşçiler, Maliyeciler ve TRT Çalışanları Derneklerinde,

    – Millî Çalışma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi Başkanlık Divanı’nda,

    – Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde,

    fiilen, ideolojik olarak ve teşkilat ruhuyla ömür boyu hizmet ettim.

    12 Eylül 1980’de, Rahmetli Alparslan Türkeş’le birlikte tutuklandım.

    C-5’te işkence gördüm.

    TRT’deki devlet görevimden alınarak mağdur edildim.

    Ama ideallerim, sadakatim ve yazılarım susturulamadı.

    40 yılı aşkın süredir yazıyor, anlatıyor, çağırıyor, uyarıyorum.

    Çünkü ben, bu davaya makam için değil,

    iman için,

    millet için,

    gelecek için geldim.

    IV. DEVLET BAHÇELİ: BİR SİYASETÇİ DEĞİL, BİR MİLLET AKLIDIR

    Devlet Bahçeli; yalnızca bir partinin genel başkanı değil,

    devlet aklının vücut bulmuş hâlidir.

    “Devlet Bahçeli bir siyasetçi değil, bir milletin aklıdır.

    Devlet Bahçeli bir modeldir; çünkü onun duruşu, devletin ayakta kalma biçimidir.”

    Bu sözler taltif değil; bir tarihî tespittir.

    Çünkü onun temsil ettiği çizgi;

    – Türk milletinin kardeşliğini,

    – Türk devlet geleneğinin sürekliliğini,

    – Türk milliyetçiliğinin vakarını temsil eder.

    Ona sahip çıkmak;

    bir şahsa değil, bir devlete, bir ruha, bir geleceğe sahip çıkmaktır.

    V. ÇAĞRIMDIR: SUSANLAR YARIN KONUŞAMAZ

    Bugün sosyal medya mecralarında kimliği belirsiz ellerle yazılarımız siliniyor.

    Fikirlerimiz gölgeleniyor, çağrılarımız engelleniyor.

    Ama unutmuyoruz:

    Hakikat, algoritmalarla susturulamaz.

    Davalar, butonlarla yıkılamaz.

    Ülküler, sansürle yenilmez.

    Bugün bir çağrı daha yapıyorum.

    Bugün susanlar, yarın söyleyemez.

    Bugün dönenler, yarın sadakat yemin edemez.

    Bugün tereddüt edenler, yarın meydanlara çıkamaz.

    “Gelin; Devlet Bahçeli’nin etrafında bir araya gelelim.

    Gelin; bu milletin bin yıllık kardeşliğini yeniden yükseltelim.

    Gelin; bölünmeye değil, birleşmeye yemin edelim.”

    VI. SON SÖZ: BU BİR İMAN DİRENİŞİDİR

    Bu mücadele; bir seçimi değil, bir milleti,

    bir makamı değil, bir istikameti,

    bir kadroyu değil, bir kaderi ilgilendirir.

    Devlet Bahçeli’ye sahip çıkmak;

    Türkiye Cumhuriyeti’nin bekâsına,

    Türk milletinin varlığına,

    Türk-İslam ülküsünün istikbaline sahip çıkmaktır.

    Bugün diz çökersek, yarın diz çökertirler.

    Bugün susarsak, yarın susturulmuş oluruz.

    Bugün Bahçeli yalnız kalırsa, yarın millet sahipsiz olur.

    O hâlde sözümüz nettir:

    Bahçeli susmayacak. Ülkücüler durmayacak. Türkiye yıkılmayacak.

    KAYNAKÇA

    1. Bahçeli, D. (2025). “15 Temmuz Hakkında Yazılı Açıklama.” MHP Resmî X Hesabı [@MHP_Bilgi].

    2. Genç, C. (2025). “Devlet Bahçeli: Bir Liderlik Modeli, Bir Millet Aklı.” Edirne’yi Seviyorum – Cengiz Genç Yazdı.

    3. Yıldız, F. (2025). “FETÖ ve Darbenin NATO Kodları.” Millî Düşünce Dergisi.

    4. Yavuz, H. (2018). Secularism and Muslim Democracy in Turkey. Cambridge University Press.

    5. Öztek, İ. (2024). “Kardeş İran ve 12 Gün Savaşı.” Anadolu Aydınlar Ocağı Yayınları.

    6. Eser, E. (2023). “Gladio’nun Modern Yüzü ve FETÖ Yapılanması.” Uluslararası Güvenlik ve Strateji Araştırmaları Dergisi, Cilt 9.

    7. MHP Genel Merkez Yayınları (2005–2023). “Milliyetçi Hareket ve Ülkücü Kuruluşların Tarihçesi.”

    8. Kişisel Tanıklık ve Görüşme Kayıtları (2025). Cengiz Genç’in 15 Temmuz Gecesine Ait Şahsi Notları ve Görüşme Bilgileri.

    9. Tanıklık: Gaffar Demir, Ali Taşçı, Metin T. Aras ile 15 Temmuz 2016 gecesi yapılan birebir telefon görüşmesi ve saha gözlemi.

  • Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcımız, Ankara Milletvekilimiz, bilge lider ve ekonomist Sayın Mevlüt Karakaya,

    Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcımız, Ankara Milletvekilimiz, bilge lider ve ekonomist Sayın Mevlüt Karakaya, yalnızca temsil ettiği siyasi makamın değil, aynı zamanda gönüllerdeki güven ve istikrarın da adı olmuştur. Siyasi sorumluluğunu, sahada halkın nabzını tutarak, Meclis’te ise millet iradesini kararlılıkla savunarak yerine getiren Sayın Karakaya; muhtarlarımızdan yerel yöneticilere, kanaat önderlerinden sivil toplum temsilcilerine kadar herkesle doğrudan temas kuran ender devlet adamlarımızdan biridir.

    Bugünkü anlamlı buluşma, MHP Bala İlçe Başkanımız Sayın Bayram Özdemir’in yereldeki güçlü teşkilat vizyonuyla, toplumun farklı kesimlerini bir araya getirme iradesini bir kez daha ortaya koymuştur. Yanımızda bulunan, ilçemizin değerli isimlerinden Yönetim Kurulu Üyemiz Sayın Sadık Binerbay ise bu birliktelikte istişare ve ortak aklın simgesi olmuştur.

    Bu ziyaret, yalnızca bir nezaket buluşması değil; devlet ile millet arasındaki doğal bağın yeniden teyit edildiği, liderlik ile yerel samimiyetin birleştiği bir zemindir. Teşkilatımızın birlik ve beraberlik ruhu, halkımızın geleceğe dair umutlarını pekiştiren en önemli güç kaynağıdır.

    Sayın Karakaya’nın, yalnızca resmi protokollere değil, gönüllere dokunan yaklaşımı; Sayın Özdemir’in yereldeki kararlı ve halk odaklı duruşu; Sayın Binerbay’ın ise istişare kültürüne olan katkısı, bu buluşmayı sıradan bir ziyaret olmaktan çıkarıp, bir vizyon toplantısı seviyesine taşımıştır.

    — Araştırmacı Yazar Cengiz Genç

  • Diplomanın Değeri: Sahte Belge ile Gelen Tehlike

    Diplomanın Değeri: Sahte Belge ile Gelen Tehlike

    İçerik

    Bir kâğıt parçası… Ama ardında yılların emeği, alın teri, sınav stresi ve zahmetli bir eğitim süreci var. Diploma, sadece bir belge değil; güvenin, liyakatin ve emeğin simgesidir.

    Bugün sahte diplomalarla makam elde edenler, aslında sadece bireysel bir suç işlemiyor; topluma, millete ve geleceğe ihanet ediyor. Gerçek emek veren milyonlarca öğrencinin hakkı gasp ediliyor.

    Asıl mesele yalnızca birkaç sahte belge değil; toplumda adalet ve güven duygusunun zedelenmesi. Eğer liyakat yok sayılırsa, yarının doktoru da, mühendisi de, yöneticisi de sorgulanır hale gelir.

    Diplomanın değerini korumak, yalnızca devletin değil, hepimizin ortak sorumluluğudur.

    Kaynakça

    • [1] YÖK, “Sahte Diploma ile Mücadele Raporu”, 2024.

    • [2] Millî Eğitim Bakanlığı, Eğitimde Liyakat Çalışmaları, 2023.

    • [3] Prof. Dr. Ahmet Arslan, “Eğitimde Güven ve Liyakat”, Eğitim Bilimleri Dergisi, 2022.

    • [4] Hürriyet Gazetesi, “Sahte Diploma Skandalları”, 2024.

    1. Sayfa – Haber Metni

    Başlık

    Sahte Diploma Skandalı: Eğitimde Güven Sorunu Derinleşiyor

    İçerik

    Türkiye’de son yıllarda gündeme gelen sahte diploma vakaları, eğitim sistemine ve kamu kurumlarına olan güveni zedeliyor. Yükseköğretim Kurulu (YÖK), sadece 2024 yılında 300’e yakın sahte diploma tespit edildiğini açıkladı. Özellikle yurt dışındaki tanınmayan üniversiteler üzerinden getirilen belgeler, denetim mekanizmalarını zor durumda bırakıyor.

    Uzmanlara göre bu durum yalnızca bireysel bir suç değil, aynı zamanda kamuya karşı işlenmiş ciddi bir güven ihlali. Eğitimciler, “diploma ticaretinin önlenmesi için dijital doğrulama sistemlerinin” hızla hayata geçirilmesi gerektiğini vurguluyor.

    Kaynakça

    • [1] YÖK Resmî Açıklaması, 2024.

    • [2] Millî Eğitim Bakanlığı, “Sahte Diplomalar ve Denetim Raporu”, 2023.

    • [3] Hürriyet, “Sahte Diploma Operasyonu”, 15 Ocak 2024.

    • [4] Anadolu Ajansı, “Yurt Dışı Kaynaklı Sahte Belgeler”, 2024.

     2. Sayfa – Köşe Yazısı

    Başlık

    Diplomanın Değeri: Sahte Belge ile Gelen Tehlike

    İçerik

    Bir kâğıt parçası… Ama ardında yılların emeği, alın teri, sınav stresi ve sabırla örülmüş bir eğitim süreci var. Diploma, sadece bir belge değil; adaletin, liyakatin ve güvenin simgesidir.

    Bugün sahte diplomalarla makam elde edenler, aslında sadece bireysel bir suç işlemiyor; milyonların hakkını gasp ediyor. Gerçek öğrencinin emeği yok sayılıyor, toplumun geleceği tehlikeye atılıyor.

    Sorun birkaç belge değil, toplumda adalet duygusunun yara almasıdır. Liyakat çökerse, yarının doktoru, mühendisi ve yöneticisi sorgulanır hale gelir.

    Diplomanın değerini korumak, yalnızca devlet kurumlarının değil; tüm toplumun ortak görevidir.

    Kaynakça

    • [1] YÖK, “Sahte Diploma ile Mücadele Raporu”, 2024.

    • [2] Millî Eğitim Bakanlığı, Eğitimde Liyakat Çalışmaları, 2023.

    • [3] Prof. Dr. Ahmet Arslan, “Eğitimde Güven ve Liyakat”, Eğitim Bilimleri Dergisi, 2022.

    • [4] Hürriyet Gazetesi, “Sahte Diploma Skandalları”, 2024.

    3. Sayfa – Okuyucu Yorumu / Görüş